Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD ile işler iyi gitmiyor. Çünkü ABD’de işler iyi gitmiyor. Bir Pentagon düşünün ki, Trump’ın Türkiye’ye verdiği “YPG’ye silah vermeyi bırakma” sözünü değiller mahiyette konuşmakta hiç tereddüt etmemiş. Trump iktidara gelirken, “İşadamıyım ve parayı bastırıp çözemediğim hiçbir sorun olamadı. Parayla satın alamadığım herhangi bir avantaj olmadı; çünkü düzen bozuk. Bunu düzelteceğim” vaatleri vermişti. Düzeltme vaadi verdiği düzen, Trump’ı içine almadı.

        Öte yandan Trump da, ırkçılığı, kabalığı, kendisini kanunun üzerinde gören şımarık milyarder tavırlarıyla “Buralarda senin sözün geçmez” diyen düzenin vetosunu meşrulaştırdı. Durum böyle olunca, belki de Amerika ile ilişkilerin tarihinde ilk kez olan bir manzara ortaya çıkıyor: ABD Başkanı ile iyi ilişki kurmak, ABD’nin şerrinden korunmanın teminatı olmaktan çıkıyor. Hukuki olmaktan ziyade siyasi olan, Zarrab’ı değil Türkiye’yi yargılama noktasına yelken açan “Zarrab davası”nın bu kadar telaş yaratmasında bunun da etkisi var. Öngörülemez, yalancı ve snob sevgili ABD, son iki yılda yaptıklarıyla Türkiye’yi öylesine derin bir güven bunalımına sürükledi ki, kız kendisini zorba olduğu kadar öngörülebilir de olan Rusya’yla görüşürken buldu. Rusya ile pek çok konuda anlaşamıyoruz, “...ama hiç değilse sağ gösterip sol vurmuyor”, dahası, “evlerimiz birbirine yakın”; dolayısıyla gelecekte ondan sadece “dayakçı bir koca” olacağı bilgisini değerlendirmeyi erteliyoruz.

        Zarrab davası olmaktan çıkarılmış Zarrab davası tam da bu kırılgan eşikte Türkiye’yi yol ayrımına sürükleyecek bir baskı unsuru oluşturuyor. Mevzu kişilerin değil, bir devlet bankasının yargılanması, oradan devletin başındaki kişilerin itham edilmesi noktasına gelirse, Türkiye’yi NATO hattında tutmanın giderek zorlaşacağı ortada. İşin garibi, baskı altına alınmış bir Türkiye’nin radikal bir rota değişikliği yapmasını hiç istemeyen, Türkiye’nin NATO çizgisinde kalması gerektiğini düşünen “Davayı dikkatle izliyoruz”cu kişiler bunu hiç dert ediyormuş gibi görünmüyor.

        O kadar ki CHP kalkıyor, ABD’de görülen davaya paralel olarak bazı iddialarda bulunuyor. İddialar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın değil, ama akrabalarının ve yakınlarının yurtdışına milyonlarca ABD Doları havale ettiği üzerine kurulu.

        SANKİ SEÇİM SATH-I MAİLİ...

        Belgeler hem Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel hem de AK Partili Bülent Turan tarafından yalanlandı. Cumhurbaşkanı sert bir konuşma yaptı ve yapmaya da devam edecektir. Tansiyonun daha da yükseleceğine kuşku yok.

        Buna bir de Devlet Bahçeli’nin AK Parti ile yapacağı ittifakın formülünü ortaya koyma çabalarını ekleyin: Dışarıdan bakan birinin seçim sath-ı mailine girdiğini düşüneceği bir Türkiye tablosuyla karşılaşırsınız. Oysa daha 2019’a çok var ve sorulması gereken soru, bu sıkletin 2019’a kadar taşınıp taşınamayacağı sorusu.

        *************

        ‘KÜLLİYE BÖYLE İSTEDİ...’

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan, “Beyefendi böyle istedi, Külliye istedi” diyerek tembellik eden, ahkâm kesen, hatta insanları tehdit eden kişilere yaptığı uyarıyı bu kez daha sert bir şekilde yineledi. 15 Temmuz’dan çok önce başlayan, ama darbe girişiminden sonra daha somut bir “anomali” haline gelen tehlike oturma odasında duran bir fil olmasına rağmen -herhalde korkudan olsa gerek- çok az kişi tarafından eleştiriliyordu.

        Bu noktada pek çok olay vesilesiyle uyarıda bulunanlardan, Erdoğan’ın pelerini altına gizlenip etrafa ateş açanlara dikkat çekenlerden biri de bendim. En son “Metal Yorgunluğu Değil, Kalp Yorgunluğu” başlıklı yazımda ifade etmiştim; Külliye’nin adını yerli yersiz kullanarak çıkar ya da nüfuz temin edenlerin bürokratları, belediyeleri, teşkilatı nasıl bir korkuya sevk ettiğini, bunun da yorgunluktan değil “Külliye istiyor” korkusundan kaynaklandığını. “Ya Külliye’nin koruduğu birinin ayağına basarsam” endişesinin insanları durgunluğa ve kıpırtısızlığa ittiğini.

        Kamu yönetimini adeta “hack’leyerek” işleyen bir düzeni işlevsiz kılan ve çoğunlukla da “yerlilik, millilik Reisçilik” adı altında yürüyen bu korsan yazılımın nihayet elinde bilgisayarın fişini çekme yetkisi olan kişi tarafından fark edilmesi ve problematize edilmesi sevindirici. Keşke uyarılar daha erken bir safhada dikkate alınsaydı.

        Diğer Yazılar