Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR dava düşünün ki, Zarrab davası denilerek başlatılmış, ancak Zarrab duruşma başlayana kadar sürekli olarak “kaybolmuş”. Duruşma başlayana kadar otelde mi, cezaevinde mi, Fiji Adaları’nda mı bir türlü anlaşılamamış.

        Bir dava düşünün ki, “Zarrab davası” olarak başlamış, ama davaya ismini veren şahıs artık sanık değil.

        Bir dava düşünün ki, güya ABD’nin koyduğu ambargo kararlarını delmek için kurulmuş şebekenin yargılanması üzerine kurulu. Ama ne hikmetse şebekenin başı, olayların sorumlusu olarak görüldüğü için ABD’ye ayak basar basmaz derdest edilen şahıs, artık “sanık” değil, adeta “bilirkişi”...

        Bir dava düşünün ki “sanık” olarak sadece Hakan Atilla kalmış.

        Suç işleyen bir çıkar şebekesi yargılanıyor görüntüsü veriliyor, ama “en yetkili ve en ağır suçu işleyen adam” affedilmiş ve Zarrab’ın bile “Ona hiç rüşvet vermedim, istemedi” dediği Hakan Atilla yargılanır hale gelmiş. Enteresan bir tanık koruma programı. ABD yargısında önemli bir yeri olan anlaşmalardan bihaber değiliz. Ancak ortada büyük balığı affedip küçüğüyle uğraşma gibi bir mantık anomalisi var. Daha doğrusu şöyle diyelim: Ortada “siyasi” bir dava olmasaydı, bu sorun olurdu; ama olmuyor. Çünkü hâkim dahil hemen herkes “avlanmak” istenenin ne olduğunu biliyor.

        Zira dava, ABD ambargosunun etkilerini by-pass etmek için sistem oluşturan “kişilerin” yargılandığı bir dava gibi değil, Türkiye’ye hükümet eden iradenin yargılanması gibi bir tablo veriyor. “Kişiler” yargılanıyor olsaydı, Türkiye’de yaşayan, vatandaşlığı, ikametgâhı bulunan kişilerle ilgili Adalet Bakanlığı’na soru sorulması gerekirdi. Sorulmamış.

        ONLARA MASA BAŞINDA UZLAŞMA, BİZE GELİNCE DEVLETİ YARGILAMA

        ABD’nin ya da BM’nin yasaklarını/ sınırlamalarını yok sayan, çeşitli aktörler aracılığıyla böyle ticaretlerde rol alan Fransa ve Almanya orijinli bankalar da cezalara maruz kaldılar. Ama bu bankalar ya da bu bankalarla ilişkili gerçek kişilerin hiçbiri buradaki gibi bir davaya maruz bırakılmadı. Hiçbiri aleyhine bu şekilde dava açılmadı. Oturup masa başında cezanın miktarında anlaştılar. Bırakın bir devletin yargılanması görüntüsünün oluşmasını, söz konusu hadiselerde gerçek kişiler bile yargılanmadı.

        Hakeza Zarrab’sız Zarrab davasında sözü edilen transferlere bakıyorsunuz, işin içinde Dubai, Hindistan ve Japonya gibi ülkelerin de rollerini görüyorsunuz. Ama ne dünya basınında Türkiye gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğangibi hedef gösteriliyorlar, ne de itibarlarına ateş ediliyor. Hâkim sanki özellikle bazı isimlerin kayda geçmesini istiyor:

        - “Dönemin Başbakan’ı kimdi?”

        - “Recep Tayyip Erdoğan”

        Zarrab, önce “Talimatı Erdoğan verdi” diyor, ama dakikalar sonra ifadesinde çelişki yaratacak şekilde Erdoğan’ın onayının olduğunu Zafer Çağlayan’dan “duyduğunu” söylüyor. Ama geçmiş ola. Amerikan güdümlü algı operasyonlarının epeydir hazırladığı dünya medyası zaten o cümlenin peşinde. Basıyorlar hükmü: “Talimat Erdoğan’dan...”

        Bütün bunlar, her normal Türkiye vatandaşının ağırına gidiyor. Sevinç içinde nümayiş yapanları da görüyor millet, bir kenara yazıyor.

        Çünkü milletin Türkiye’nin İran’la ticaret yapmasıyla ilgili bir sorunu yok. ABD’nin tek taraflı olarak koyduğu yaptırımların çiğnenmesiyle de. Bilakis bunu yakışıklı bir başkaldırı olarak görmeye eğilimli.

        Ama şu an ekran ekran dolaşıp “45-50 milyon Euro ve 7 milyon dolar aldığım yalandır, itirafçılıktan iftiracılığa terfi etmiş bu kişinin ismimle yan yana geçirdiği rakamlar hayalidir” demesi gerekirken gıkını çıkarmayan eski bakanın sessizliği bir sorun.

        Öyle ya... Bu iddia ya da iftira, FETÖ’cü bir fenomenin ya da FETÖ’cülerden farkı kalmamış soytarıların sosyal medyada ortaya sallayıp çoğalttığı belaltı vuruşlardan biri değil ki, “Aman çamurla çamur olmayayım” denilip cevapsız bırakılsın. ABD siyasi bir yargılama yapıyor olabilir, Zarrab da dünyanın en büyük yalancısı olabilir. Ama dünyanın en güçlü ülkelerinden birinin mahkemelerinde konuşuluyor ve dolayısıyla bütün bunları dünya duyuyor ise çıkıp en azından “Hayır, bunlar doğru değil” demek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan çok daha azı için -Man Adası ile ilgili dekontlar meselesinde- çıkıp iddialara cevap verdi, hatta Kılıçdaroğlu’na dava açtı. İsmi 45-50 milyon Euro ile geçen adamdan ise çıt yok.

        **********

        Afrika’nın incileri

        ELİF Tanır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yıllarca gönüllü hekim olarak çalışmış, hizmet aşkı ve gülümsemesi hiç tükenmemiş bir hekim. Babamın öğrencisi, benim de arkadaşım. Zaman zaman sağlık ve tıbbi yardım kuruluşlarıyla beraber Afrika’ya da gidiyor. Yeryüzü Doktorları ile birlikte sağlık ve tıbbi yardım amacıyla ziyaret ettiği Nijer’den çok güzel insan ve coğrafya fotoğrafları getirmiş. Ayrıca değerli gözlemler.

        “Ezanın hâlâ insan sesiyle okunduğu ve hiçbir şeyi olmayan kişilerin Allah’ın davetini duyar duymaz ‘hamdetmek’ için koşarak mescide gittiği bir yer Nijer” diyor ve ekliyor: “Çok ilginç değil mi? Su yok, gıda yok, elektrik yok, ama insanlar tok. O kadar yardım malzemesini, yiyeceği, gıda paketini ortada bırakıp gitmek zorunda kalıyorduk. Ama döndüğümüzde hiçbir eksilme olmuyordu.”

        Elif Tanır’ın ilk kişisel fotoğraf sergisi, Nijer’in yokluk içinde güzel kalmayı başarmış insanına ve coğrafyasına bir methiye. Elif, katarakt yüzünden genç yaşta kör kalan Nijerliler adına görmüş, kaydetmiş. Sergiden elde edilen gelir Nijer’deki “Göz Hastanesi”ne bağışlanacak. Böylece daha çok Nijerlinin görmesi mümkün olacak.

        Not: Sergiyi 2-22 Aralık tarihleri arasında Esenler Belediyesi Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde görebilirsiniz.

        Diğer Yazılar