Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta ülkenin gündemini belirleyen yegâne olgu, Türkiye ile ABD arasındaki diplomasi trafiğiydi. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un gelmesine saatler kala Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu basın mensuplarının sorularını yanıtlıyordu ki, şu diyalog yaşandı: “Tillerson’ın ziyareti için neler diyeceksiniz?” Cevap: “Kaybolan güvenin nedeni ABD’dir. ABD bize verdiği sözleri tutmadı. Sözlerini tutmayan bir ülkeye nasıl güveneceğiz? ABD ile ilişkiler ya düzelecek ya da kopacak.”

        “Ya düzelecek ya kopacak.”

        Çavuşoğlu’nun sert ifadeleriyle tanınan bir siyasetçi olmaması, kurduğu cümlenin etkisini artıran bir faktör.

        O kadar ki, Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye “saçmalayan” ABD Savunma Bakanı James Mattis’in cümlelerinin nedeni belki de Çavuşoğlu’nun “Ya düzelecek ya kopacak” açıklamasıydı. Mattis’in akıllara ziyan çözüm önerisi, PYD-YPG’yi PKK’dan ayırmayı, hatta PKK’ya karşı savaştırmayı içeriyordu. Bu anekdot, yarı tanrı kompleksi taşıyan Pentagon’un ve genel olarak ABD’nin tutamayacağı sözler vermek, sahadaki gerçekliğe uymayan resimler çizmek, ama en önemlisi kapılar arkasında fena halde “uçuş serbest” modunda olmak gibi bilumum arızalarına ışık tutması bakımından önemli. Zaten başka türlü Suriye’de işlerin bu kadar kötüye gitmesi mümkün değildi. Sadece Türkiye değil, çoğu Avrupa ülkesi olan NATO üyeleri de ABD’nin itelemesiyle başlayan Ortadoğu eksenli olaylar zincirinde ABD yüzünden bedel ödedi ve köpürmek için sıralarını bekliyorlar.

        3 saat süren Erdoğan-Tillerson görüşmesinin sonunda Türkiye-ABD ortak açıklama yaptı ve şu başlıklar öne çıktı:

        “Suriye içinde oldubitti ve demografik değişim yaratacak tüm girişimlere yönelik kararlı bir duruş sergileyeceğiz.”

        “İki ülke arasındaki sorunların çözümü için en geç mart ortasına kadar ortak mekanizma kurulması kararlaştırıldı.”

        “Türkiye ve ABD, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin muhafazasına olan bağlılıklarını teyit ederler.”

        ZEYTİN DALI BAŞLADIĞINDAN BERİ...

        ABD’nin Afrin ve Münbiç’i fazla sorun yapmadığını düşünüyorum, ama Fırat’ın doğusuna müdahale ettirmeme konusunda ne kadar ciddi olduklarını kanıtlama bağlamında geçen hafta neler yaptıklarını da gördük. Yine de -taraflar beklentilerini karşılayamamış olsa da- görüşmenin iyi gittiği anlaşılıyor. Çünkü hüsnüzanna tanınan marjın sonuna geliniyor.

        Şaka değil. Zeytin Dalı Harekâtı başladığından beri Suriye’de saha olağanüstü ısındı. Türkiye, denklemde olduğunu söylemekle yetinmeyip sahaya inerek kararlı olduğunu deklare etmeyi tercih ettiğinden beri tecrübe edilen bir olgu var: Suriye’de asillerin de vekiller kadar dolaysız bir biçimde “görünür” olmaya başlaması. Suriye rejiminin SDG’ye (YPG) saldırması sonrasında ABD karşılık vererek Deyrizor bölgesini vurdu, yüz kadar rejim askerinin ve paralı Rus askerlerden 40’ının öldüğü yazıldı. İsrail ile Suriye rejimi ve İran arasındaki mücadele alabildiğine açık bir biçim aldı.

        TÜRKİYE KİLİT ROLDE AMA ANAHTAR ABD’DE

        ABD-Türkiye arasında ne zaman tansiyon yükselse Rusya boşluğu dolduruyor. Rusya, Zeytin Dalı’ndan hoşnut olmasa bile, yardımcı bir role bürünerek puan kazanmayı başardı. ABD’nin PYD muhibliğinde devam etmesi, dağıttığı silahları toplamamakta direnmesi, S-400’ler ve Zarrab davası üzerinden Türkiye’ye ceza kesmesi gibi olasılıklar sadece Türkiye’nin kaybedilmesi ve bölgenin gizli ya da açık Rus egemenliğine girmesiyle sonuçlanmaz: NATO ülkelerinin “ABD, Türkiye’yi kaybetmeyi göze aldıysa NATO’nun varoluş nedeniyle ilgili tehdit analizleri geçerliliğini yitirmiş demektir” okumasında mutabık kalmasıyla ve NATO’nun çatlamasıyla sonuçlanır. Bu okuma da maalesef “yeni bir dünyanın kurulması, yeni hatların belirlenmesi için yeni bir büyük savaşın gerektiği” fikrine yatkınlıkların/yatırımların artmasını getirecektir. Korkulan 3. Dünya Savaşı ortamına gidilecekse, böyle böyle gidilir.

        Hiçbir zaman dünyayı Türkiye’den ibaret zanneden biri olmadım, ama Türkiye’nin yakın geleceği şekillendirecek kadar önemli bir rolde olduğu gerçeği yadsınamayacak kadar açık. Umarım ABD, Türkiye ile ne yapacağı konusunda doğru adımları atmaya başlar. Umarım o adımları atması ihtimalinde Türkiye doğru kararları verecek bir noktada olur.

        Diğer Yazılar