Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN 28 Şubat. Yaraların sızladığı, kaybedilmiş uzuvların hâlâ varmış gibi kaşınmaya başladığı, bitip bitmediği yıllarca tartışılan gün. Mütedeyyinlerin nihayet birinci sınıf vatandaş muamelesi görebiliyor olmalarına, eğitim hakkı için direnen ve bu yüzden coplanan başörtülü kadınların bugün elde ettiği haklara, o günlerde yasaklı hale getirilmiş Refah Parti’sinin paltosundan çıkan AK Parti’nin 15 yılı aşkın süredir ülkeyi yönetiyor olmasına, belli başlı hak kazanımlarına bakılırsa evet, 28 Şubat’ı yendik.

        Dün hakkında, “Yer sofrasında oturur, evinde biblo yoktur” gibi raporlar tutulan ve TSK’dan ihraç edilenler vardı. Bugün ülkenin kışladan değil Meclis’ten yönetilmesi gerektiğini kavramış bir ordu var. Aradaki fark kıyaslanamayacak ölçekte. Peki 28 Şubat’ın ima ettiği ötekileştirme, makbul saymadığı vatandaşı tehdit kabul etme, düşüncelerinden suç isnat etme anlayışı bitti mi?

        Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Zira belli ki, Türkiye Cumhuriyeti devlet mekaniği kâh darbeler, kâh siyasi ve toplumsal çalkantılar üzerinden sürekli olarak “yeni bir öteki” icat etmeye ihtiyaç duyacak şekilde yapılanmış. Demokrasi, hukuk ve özgürlük sorunu hiçbir zaman, herkes için aynı anda hallolmuyor. Birileri için geçici olarak izale ediliyor. Bir yara kapanıyor ve sanki onun kapanması yeni bir yaranın açılmasına bağlıymış gibi, yerini yenisi alıyor.

        Siyasi beklentilerin, taleplerin, şikâyetlerin birbirinden çok farklı olduğu bir toplumda herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil. Evet ama, herkesi % 100 memnun etmese de kimseyi % 100 mutsuz etmeyen bir demokrasi modelinde ve hukuk standardında uzlaşılabilir, yargıya güven duygusunun zedelenmemesi için uğraşılabilirdi. Yapılamadı.

        Gizli fişlemelerin, imzasız ihbar mektuplarının miadı bir türlü dolamadı. Cezaevleri hep dolu. Son 20 yılı üç güne sığdırmak gerekseydi kabaca şu görülürdü: Evvelsi gün Milli Nizamcılar, İslamcılar, mütedeyyinlere darbe yapıldı, nefes boruları kesildi, tutuklandılar. Sonra onları laikliğe tehlike addedip tutuklayanlar tutuklandı, adına askeri vesayetle hesaplaşma dendi. Derken hem askere hem askerin tehdit ettiği iddia edilen sivil siyasete kumpas kuranlar ve işi darbeye kadar götürenler tutuklandı. Yarına da kurunun yanında yakılan yaşların nahak yere ödediği bedelin acısıyla giriliyor. Sanırsınız bir “bileşik kaplar” yasası var, bugünün ötekisi içeri girmeden dünün ötekisi çıkamıyor.

        SIRALARINI SAVAMAYANLAR

        Bir de bir türlü sıralarını savamayanlar var. Onlara 28 Şubat mahkûmları deniyor. 28 Şubat’tan beri cezaevindeler ve ne hikmetse ülkedeki değişim onlara bir türlü değmiyor. Garip. Çünkü 28 Şubat davalarında mahkûm olanların çoğuyla ilgili şöyle bir garabet var: Emniyet aşamasından yargı aşamasına kadar suçlarını sabit görüp işlem yapanlar FETÖ’den cezaevinde ya da firarda.

        “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapma şansını kullansınlar” mı diyeceksiniz? Hayır, böyle bir imkânları yok. Çünkü bireysel başvuruyu düzenleyen yasa, bu hakkın kullanımını 23 Eylül 2012’yle sınırlandırmış durumda. Oysa 28 Şubat mahkûmlarıyla ilgili kararlar hep 2012’den evvel kesinleşmiş.

        Aralarında dosyası bomboş olan, aleyhlerinde tek bir delilin, isnat edilen suçu işlediklerine dair tek bir tanık ifadesinin bile bulunmadığı yüzlerce insan var. Örnek mi? Misal, Diyarbakır’da yaşayan Vedat Bilge, 28 Şubat döneminden beri cezaevinde olan ağabeyi Turgay Bilge’nin kimsenin ölmediği, hatta mağdur bile olmadığı bir suçtan dolayı müebbet hapse mahkûm edildiğini anlatmış AA muhabirine: “Hâkim, onlara kardeşimi gösterdiğinde mağdurlar kendilerini vuranların onlar olmadığını belirtti. Buna rağmen kardeşime ceza verdiler.”

        Yakın zamanda Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından onanarak 105 Hizbuttahrir üyesine toplam 660 yıl ceza yağdıran karar ise 28 Şubat’ın aşıldığı, geride kaldığıyla ilgili önkabulleri sarsacak cinsten. Çünkü ceza dairelerinin o günkü ile bugünkü bakış açısı arasında pek fark olmadığını gözler önüne seriyor. Hizbuttahrir diye bilinen grubun hiçbir şiddet eylemi yok, şiddet kullanmayı ve baskı yapmayı salık veren bir yayınları yok.

        Doğrusu “28 Şubat bitti, mağduriyetleri de bitti” diyebilmek için hiç değilse 28 Şubat’ta tutuklanmış; alavere dalavere ile ağır hapis cezalarına mahkûm edilmiş ve son 15-20 yılı cezaevinde geçirmiş, eğer ilgilenilmezse çoğu bir o kadar daha hapiste kalacak 28 Şubat mahkûmlarının davalarının yeniden görülmesi lazımdı.

        Diğer Yazılar