Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün için başka bir yazı hazırlamıştım. Boğazına saplanmış bir bıçakla birkaç dakika daha yaşayıp güne bir çığlık bırakan Emine Bulut’ın sesi her şeyi değiştirdi. O çığlık ve kanlı gömleğini, kızının çaresizliğini sığdıracak bir kelime şablonu bulamadım. Ne yapsam içimi temizleyemedim. Konuk ağırladım, arkadaşlarla telefonlaştım, politika konuştum. Ama hiçbir şey kadınlar olarak hepimizin aslında potansiyel cellatlar ile yaşadığımız duygusunu sağaltmadı. 24 saat boyunca, etrafımda oldukları için şanslı olduğumu düşünmemi sağlayan ne kadar iyi erkek varsa hepsine şüpheyle baktım. Bütün makul düşünceler buharlaştı, bulamadım.

        Bütün makul hisler beyin kıvrımlarımın en ilkel katmanları arasına kaçtı, korktum.

        Kendime geldiğimde hissettiğim şey ise derin bir ‘affedeme-me’ duygusu.

        Emine Bulut’un sığındığı işyerinde kocası tarafından bıçaklanırken müdahale etmeyen esnafı affedemiyorum.

        Yaralandığını gördükten sonra yatırıp, ayaklarını yukarı kaldırarak kanayan yerlere tampon yapmayanları, polis tanık yazmasın diye konuşmayan, arazi olan görgü tanıklarını affedemiyorum.

        Kadınlar dövülürken izleyenleri, öldürülürken kayıt yapanları affedemiyorum.

        ‘Kimse kimseyi durduk yerde öldürmez, iki tarafı da dinlemek lazım’ diyenleri affedemiyorum.

        “Bir kadın ölüyorsa hak etmiştir. Benim eşimin de bana yapmadığı kalmadı zor sabrediyorum. Kadınları erkeklerin üzerine salan devlet sorumludur. Kadınlar devletin kendisini koruyacağını sanıyor. Sonuç ortada. Benim eşimin sonu da böyle olacak ” diyenlere duyduğum nefret tarifsiz. Rahatlıkları ürpertici. Açıkça karılarını öldürebileceklerini söylüyorlar. Sadece erkek olarak doğmanın onları bu imkanla donattığını düşünüyorlar.

        “Ölmek istemiyorum diye bağırıp çağırmamak için konuştuklarına hareketlerine yaptıklarına dikkat edeceksin. Fedai Varan’a da yazık değil mi? Kim biliradam ne yaşadı?” diyen adamlar gördük. Ölmek suretiyle rahatsız etmişti Emine Bulut. Ölürken attığı çığlıktan da suçluydu adeta.

        Ya binlerce ergen ya da ergen akıllı adam tarafından takip edilen, boho stayla seküler atarlı sosyal medya fenomenlerinin ‘adamı da anlayalım, mevcut hukuk sistemi erkeğin elinden her şeyini alıyor onlar da böyle radikal eylemler yapıyor’ yollu paylaşımlarına ne demeli?

        Radikal eylem?

        Sanırsınız Fedai Varan aslında katil değil, eko-anarşist, küresel ısınmaya dikkat çekmek için havayı kirleten bir fabrika önünde protesto düzenlemiş.

        KADIN DÜŞMANLIĞI PİYASASININ LÜMPEN SİMSARLARI

        Çığlıkları kulaklarımızda asılı kalmış Emine Bulut’a ve ondan bir gün sonra yine kocası tarafından öldürülen Tuba Erkol’a ağlıyormuş gibi yapan ama bir yandan da “Bu kadınlar da fazla oldu’ piyasasına yem atan, lümpen ve maço tüketicinin kadın düşmanlığına oynayarak kitap satmaya, iş bağlamaya, müşteri toplamaya bakan erkek ve kadınlar, fenomenler, sözde psikologlar, sözde hocalar, durup durup İstanbul Sözleşmesi'ni parmaklarına sarıyorlar. Sahtekarlıkları paçadan akıyor.

        Emine Bulut boşanalı 4 yıl olmuş çünkü. Mesele mahkemenin 6284 sayılı yasanın kabulünden sonra kadının beyanını yeterli görerek verdiği uzaklaştırma kararı değil, mesele velayet tartışması görünümlü, ‘eski eşimi başkasına yar etmem’ arızası.

        “Kız çocuğum eski eşimin evlendiği adamla aynı evde mi yaşasın? Ya başına bir şey gelirse? Travma yaşarsa?” endişesi adamı germiş olabilirmiş!

        Böyle buyuruyor kadın düşmanı piyasasının simsarları. O kız çocuğunun başına olabilecek en kötü şey geldi: Annesi gözlerinin önünde öldürüldü. Travma derken?

        Tuba Erkol’u öldüren kocanın uzaklaştırma kararı var. Buradan yola çıkarak Tuba, kocasına uzaklaştırma kararı verildiği için öldü mü diyeceğiz? Yoksa Tuba, o adam uzaklaştırma kararına rağmen o eve girebildiği için mi öldü? Elbette ikincisi.

        “ÖLÜMÜMDEN HERKES BİR PARÇA SORUMLUDUR”

        Emine Bulut’a son bir iç ses yazmak istesem, yukarıdaki cümle olurdu.

        Çünkü öyle.

        İrili ufaklı cinsiyetçilikleriyle, ‘erkek adam’ kutsaması etrafında şiddete verdiği küçük küçük primleriyle toplumumuz toptan sorunlu ve sorumlu.

        31 gün içinde 31 kadının ölümüne neden olan erkek teröründen dolayı, kadını koruyan yasaları suçlamaya kalkan herkes kadın cinayetlerinin suç ortağıdır. Tabii bu arada her davanın kendisine özel koşulları olduğu, her vakanın kendine özgü mazlumu olduğu gerçeğine bakmadan kah siyasetin kah kadın derneklerinin baskılarına yani rüzgara göre karar veren, birbiriyle tutarsız onlarca uygulama çelişkisine sebep olan yargı mensupları da sorumludur.

        İnternetteki ‘sözlük’ konseptlerinde kadınları sürekli olarak ‘et’e indirgeyen, seksist gündemler, aşağılayıcı içerikler üreten ‘seküler’ kafa da, buldukları her ortamda kadına had bildirmeye, kadından ayrı bir ‘tür’ gibi bahsetmeye çalışan mutaassıp, yobaz kafa da, erkekten bir put yapıp ona tapmasına ramak kalmış ve çoluğunu çocuğunun terbiyesini erkek üstünlüğü üzerinden dizayn etmiş ebeveynler de, fevriliği, atarlanmayı, ferah feza öfkelenmeyi, öfkelenince çığırındançıkmayı hak olarak gören ‘ağır abi’ raconlarını yeniden yeniden üretenler de, kadın dövüldüğünü gördüğü halde müdahaleetmeyen ve sonra ‘mahalle’ kültüründen, ‘geleneksel toplumun insanı var eden erdemlerinden’ bahseden sahtekarlar da kadın cinayetlerinin suç ortağıdır. Tabii bu arada, Türk TV’lerinde içkiyi, alkolü, sigarayı, argoyu, açık saçıklığı gördü mü cezayı basan, ama kadına şiddetin işkence boyutuna varan betimlemelerinin de bir tür ‘pornografi’ olduğunu algılayamayan ‘RTÜK standartları ikiyüzlülüğü’ diye bir şey var , sorumludurlar.

        ‘KADIN’ ADINI BAKANLIĞA GERİ İADE EDİN

        Devlet sadece düzgün yasalar çıkarmakla yetinemez.

        Milli Eğitim Bakanlığı, müfredatı ağacı yaşken eğecek şekilde genişletmeli, ‘hayat bilgisi’ dersi yeni eşitlikçi rol modellerini içerecek şekle kavuşmalı.

        Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ‘erkek eğitim’ merkezleri kurmalı. Bu arada en önemlisi ‘kadın’, bakanlığın adına geri dönmeli ve bakanlığın görev alanındaki en önemli alanı kaplamalı. ‘Kadın çiçektir, bazen koklarız, bazen koparırız’ ön kabulünüdeğiştiren, kadının ‘insan’ değerini ve anlamını yükselten çalışmaları yapmak, erkek popülasyonunu çıkan yasaların standardıyla senkronize etmek gibi işler KADEM gibi kuruluşları aşıyor, dahası daha bir buçuk ay kadar önce KADEM hedef tahtası oldu; erkek şiddetinden nasibini aldı. Bu işin bir ya da birkaç STK'nınyetemeyeceği kadar kapsamlı olduğu ve evsaflı bir regülasyon gerektirdiği hala anlaşılamadıysa yazık.

        Diğer Yazılar