Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        26 Eylül günü depreme üç katlı bir binanın ikinci katında, kalabalık bir devlet dairesinde yakalandım. İnsanlar o kadar çok panik oldu ki, merdivenleri üçer beşer inen bir kalabalığın ortasında ezilme tehlikesiyle yüzyüze geldim. Yaşadığım en büyük çaresizlik ise ne oğluma, ne okuluna, ne eşime, ne anneme telefonla ulaşamadığım o saniyeler oldu. Daha şiddetli ve yıkım getiren bir deprem söz konusu olsaydı çaresizliğim ve endişem daha da büyük olacaktı. Sonra, en küçük krizde yolcu almayı bırakan sarı taksi işkencesiyle uğraştım. “Trafik kötü” diyerek alacakları ücretten de vazgeçme pahasına yolcu kabul etmiyorlardı. En sonunda biri razı oldu, haklıydı, en yakın metro istasyonuna varmam 45 dk sürdü. Metro ve tramvay kullanarak Taksim’e gelebilmem iki buçuk saat sürdü.

        Şehrin ciddi bir panik eğitimine ihtiyacı var.

        5,8’lik bir deprem bile İstanbul’u birkaç saat felç etmeye yetti.

        Sonra bir de ne görelim? Zihinler de mefluç.

        Deprem toplanma alanlarının azaltılmasından şikayet etmek, panik olmak, "Bir de deprem sonrası var, diyelim ki sağ kaldık, sonra?” diye sormak dahil, yetkililerin sorumluluğunu hatırlatan her tutum kimilerinin gözünde ‘Beka’ torbasına atılmış, öyle işlem görüyor. Bazı televizyon ekranlarında HAARP tartışmaları döndü ve “Acaba dış güçler bize deprem mi yapıyor” konusunu ele almaya değer bulanlar oldu diyeyim, vahametin boyutunu anlayın.

        Deprem gibi ciddi bir tehdit bile Cumhur ve Millet ittifakı gerilimi üzerinden okunup, kitleleri yeniden bölmek ve hizaya getirmek için kullanılacaksa vay halimize.

        Bakın, 99 depreminden sonra önemli hale gelen deprem sonrası toplanma alanları 2016’dan itibaren %84 oranında azalmış. AVM filan olmuş. Bu büyük bir problem. Bu konuda İstanbul’u yöneten geçmiş idareciler de, onları kendi haline bırakmadığı bilinen Ankara da bu tablodan sorumludur. Önce bu kabul edilecek bi’ zahmet.

        Ancak kentsel dönüşümle beraber yapılan yapıların deprem yönetmeliğine uygun inşa edilmesini sağlayan da AK Parti hükümeti ve bazı AK Partili belediyeler oldu. Sadece Esenler’de -ki deprem olasılığında en çok can kaybı yaşanacak belediyeydi- bu noktada ciddi mesafeler alındı, pek çok bina güvenli hale getirildi; parklar büyük bahçeler yeşil alanlar sayesinde an itibarıyla hiçbir deprem toplanma alanı sorunu yaşamayacak az sayıdaki yerden biri haline geldi Esenler.

        Sadece suçlama ve itham etme ile ilgilenirsek depreme yapacak iş kalmaz.

        İŞBİRLİĞİ DE GÜVENLİĞE DAHİL

        Uzmanların yaptığı yorumlardan anladığım şu: Yaşanan 5.8’lik deprem İstanbul’u asıl tehdit eden Kuzey Anadolu fay hattındaki gerilimi boşaltmış değil. “Hatta tehlikeyi, olası büyük depremi öne çekmiş olabilir” diyenler var. Dahası, İstanbul, depremde sağ kalanın ‘kurtuldum’ diyemeyeceği kadar zor bir şehir. Büyük bir yıkım ve çok sayıda can kaybından sonra oluşacak karmaşayı sönümlendirme, kurtarma çalışmalarını yönetme, insanlara toplanma alanı temin etme, belirli yerlerde toplananların ihtiyaçlarını giderme, şehirden çıkacak olanların kaosa sebep vermelerini önleme ve güvenli şekilde çıkmalarını sağlama, o durumda en güvenli yol olan şehir hatlarını, vapurları ve motorları organize etme, salgın hastalık oluşmasını önleme, çıkan yangınları kontrol altına alma, gasp ve yağmayı önleme yani güvenliği sağlama gibi onlarca kalemde Ankara, yerel yönetim, Emniyet güçleri, Ordu, AFAD, Kızılay gibi STK'ların ve vatandaşın işbirliği hayati önem arzediyor da ondan.

        Bu konuda ne durumdayız? Bu işbirliğini sağlayabilecek asgari düzeyde sorumluluk, görev ve vatandaşlık bilincine sahip miyiz? “İmamoğlu yapılan toplantıya davet edilmedi”, yahut "Yok yok edildi" tartışmalarına bakıyorum ve bu soruyu hiçbir şekilde yanıtlayamıyorum maalesef. Deprem ve İstanbul kelimeleri yanyana geldiğinde siyasetin, o ya da bu görüşe sahip olmanın, o ya da bu taraftan olmanın temin ettiği ego çıkarılıp rafa konmalı. Bu olgunluğu görmedikçe müsterih olabileceğimi hiç sanmıyorum.

        REKLAM

        ***

        "Bu millet müstehaktır" öyle mi?

        Celal Şengör’ün bir sözü dolaşıyor sosyal medyada. Çanakkale depremi sırasında 2019’un Şubat ayında katıldığı bir radyo programında söylemiş. Kaydı dinledim. "Din dersi gibi faydasız şeyleri arttırıp fen liselerini azaltırsanız böyle olur" diyor. Ama bu kadarla kalmıyor. “162 İmam Hatip inşa ederken 9 Fen lisesi yapan bir millet bir millet deprem tarafından ezilmeye müstehaktır” da diyor.

        26 Eylül depreminden sonra bu fikrini değiştirdiğine dair bir emmare göremediğimize göre sorabiliriz: Bu yaklaşımın 1999 depremini 28 Şubat’a bağlamaktan ve darbeyi yapanlara "7.4 yetmedi mi?" diye sormaktan herhangi bir farkı var mı?

        Bence yok. “1999 depremi Allah’ın 28 Şubat’cılara yaptığı cezalandırmadır” şeklindeki tutum ne kadar ideolojik bir takıntının eseri ise "İmam hatip yapan millet deprem tarafından ezilmeye müstehaktır" lafı da o kadar ideolojik bir takıntı. İçerdikleri kötücüllük ve ‘insan nefreti’ neredeyse aynı.

        Biri "Allah’a itaat edenlerin üzerine darbe ile yürürseniz, Allah da işte böyle gazap eder, insanlar ölür ama bu haksızlığa sustukları için zaten bunu hak etmişlerdir" diyor.

        Diğeri "Bilime fenne yeterince itaat etmezseniz ve itaat etmeyenlerle beraber hareket edrseniz deprem gibi afetler tarafından ezilirsiniz ve bunu hak etmişsinizdir" diyor.

        İlkini diyen küçük bir gazetenin kıdemli köşe yazarıydı ya da en fazla okulunun kapısından içeri giremediği için canı yanmış lise mezunu yeni yetme bir kızdı.

        İkincisini diyen, yani Celal Şengör ise bir ‘bilim adamı’, profesör. Aradaki segment farkının normalde sorumluluk düzeyini arttırması gerekir. Ama bizde tam tersi.

        Çanakkale depreminde ya da 26 Eylül’de vuku bulan depremde toplu can kayıpları ve kitlesel yaralanmalar olmadı. Ancak olsaydı da Şengör’ün bilinen profili bu sözü sarfetmekten yine geri durmazdı ve 'Bilim' adı verilen mitolojik bir tanrı tarafından kutsandığı için yine kimse ağznı açıp iki laf etmezdi diye düşünüyorum.

        Başka ne düşünüyorum biliyor musunuz?

        İster bilim adına konuşsun, isterse İlahi iradenin hikmetini anlamaya çalışsın; kimsenin milyonlarca insanın hayatını tehdit eden bir olguyla ilgili olarak "Çünkü hak ettiniz, müstehaksınız” deme hakkı olamaz.

        Hangi referansla konuşuyor olurlarsa olsunlar, neye inanıyor olurlarsa olsunlar, toplu yıkım ve can kayıplarında ‘isabet’ gören bu kişilere baktığımda mesiyanik bir kibirden başka bir şey görmüyorum.

        Diğer Yazılar