Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin son yedi yılına 17-25 Aralık olayı ile başlayan 15 Temmuz darbe girişimiyle zirveye varan krizler zinciri damga vurdu. Uzun süren sağlıksız hal boyunca yöneticilerimiz sadakati ve güveni sadece yakınlarında, ailemde bulabilirim psikolojisiyle adım attı. Sorunun inkarı kaçınılmaz olarak özgürlükler gibi ekonominin dinamiklerinin de hastalanmasına yol açtı. Maliye ve Hazine Bakanı’nın istifasıyla başlayan süreçte ardı ardına anlamlı mesajlar geldi, tedavi olma yönünde bir irade tebarüz etmiş gibi görünüyor.

        Son günlerde yapılan açıklamalar, ilan edilen demokrasi seferberliği ‘sorun var’ diyenlerin haklılığını temize çekerken, her şey yolundaymış gibi davrananların yanıldığını hatalı olduğunu gösterdi.

        Ne diyorduk?

        “Devletimiz beka tehdidi ile yüz yüze” söyleminin hamaseti dayanak yaptığını ve bu söylemin demokrasiyi de hukuku da akim bırakmak isteyenlerce istismar vesilesi olarak kullanıldığını. Sadakat ihtiyacının liyakat zorunluluğunu hükümden düşürmemesi gerektiğini.

        Medya yeterince ele geçirilir ve yeterince dizginlenirse sorunların görünmez olacağı anlayışının yanlış olduğunu. Bunun bilakis, fısıltı gazetelerine, dedikodulara, asparagasa, sosyal medyadaki yalan yanlış iddialara duyulan ilgiyi arttıracağını.

        Elinde devlet gücü olanların yakınlarına yetki ve güç vermekten olabildiğince uzak durmalarını. Aksi davranışın nepotizm eleştirilerini tolere edilemez boyutlara getireceğini.

        Hukuki güvencenin, sağlıklı ekonomik ilişkilerin kurulması için olmazsa olmaz olduğunu. Üreteceğimiz ve satacağımız şeyleri elde etmek için özgürlükten başka bir enerji kaynağına sahip olmadığımızı.

        Özgürlük gelmeden serbest piyasanın rayına oturmayacağını, ikisi arasında kopmaz bir bağ olduğunu.

        Neden?

        Adı üzerinde serbest piyasanın dinamikleri medyadan iş dünyasına teşebbüs hürriyetinden hukuk güvencesine kadar genişleyen bir yelpazede ancak bağımsızlık, özgürlük yani serbestlikle çalışır, başka türlü çalışamaz.

        Bütün bu işler “Demokrasi ile iyi ekonomi arasında paralellik yok, bakın Çin’de demokrasi yok ama ekonomisi çok iyi” şeklindeki perspektifle çözülmezdi. Halkı standartları son derece düşük bir demokrasiyle layık görme ve icbar etme anlayışı sadece ekonominin değil hukuki güvencenin, siyasal ihtiyaçlara uygun hüküm ihdas edeceğim diye ciğeri solan yargının da boğazına tıkaç oldu.

        O tıkaç birden fazla etken sebebiyle bugün açılmış gibi görünüyor. Tren makas değiştiriyor ya da en azından öyleymiş gibi görünmek istiyor.

        Yapılan yeni atamalar, adeta ‘özeleştiri’ gibi. Naci Ağbal, Lütfi Elvan hatta Efkan Ala, düne kadar ‘çok başlılık’ diye tarif ettikleri büyük(!) bir ‘sorunsal’ üzerinden sadakatleri sorgulanmış ve refüze edilip uzun bir tatile çıkarılmış isimlerdi. Bugünlerde yeni görevlerine başlıyorlar. Hayırlı olsun.

        Demek ki, Merkez bankası, SPK, BDDK gibi kurumları örseleyen gidişat tersine çevrilmek isteniyor. Darısı Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) tekrar canlandırılmasında. Öldürülmüştü çünkü. Dönüp dolaşıp yeniden DPT’den yetişen isimlere ihtiyaç duyulması umarım bu teşkilatın gerekliliği konusunda da bir aydınlanma yaşanmasını sağlamıştır. Demek ki, yargıda talimat iddiaları artık daha fazla ciddiye alınıyor. Tarafsız ve bağımsız bir yargı için gereken yapısal sorunlar giderilmeli, siyaset yargıdan elini çekmeli. Gerçekten samimi bir değişim dönüşüm isteniyorsa... Hüküm tesis ederken kanunlara değil, siyaset adına maslahat gütme saikiyle davranan, ‘iltisak’ gibi ceza kanununun referans almadığı bağlamlar icat eden ve maalesef kendi ulusalcı ideolojilerine tutturdukları tokmağı AK Parti’nin hatta sadece Erdoğan’ın boynuna asılı davula vurmakta beis görmeyen bazı savcı ve hakimler de kendisine çeki düzen vermeli.

        KİŞİYİ DEĞİL POLİTİKAYI, SÖZÜ DEĞİL İCRAATI…

        Erdoğan’ın reform vaatlerine, yatırım standartlarını yükseltme hedeflerine, şeffaflık, öngörülebilirlik ve diyaloga dayalı yönetişim, hukukun üstünlüğü vurgularına katılmamak imkansız. Hakeza Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün "Yeter ki adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun’ sözlerini önemli buluyorum.

        Son günlerde Cumhurbaşkanlığı hükümet modelinde de bazı değişiklikler yapılabileceği şeklinde kulisler bile dolaşıyor.

        Erdoğan’ın parlamenter sisteme geçiş kararı vermesi olasılığı pek çok siyasi risk barındırıyor ama sistemin demokratikleştirilmesi hala mümkün.

        Her şey bir yana, her şeyin yolunda olmadığı noktasındaki mutabakat bile değerli.

        Demokrasi Seferberliği güzel bir fikir. Ancak inandırıcılığı ile ilgili kuşkular var.

        İmkanlar da var, engeller de.

        Yarın devam edeceğim…

        Diğer Yazılar