Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ALİ Bulaç, cumartesi günü yazdığı yazıda “Başörtüsü yoksa oy da yok” sloganıyla ortaya çıkan ve siyasi partileri seçilebilecek sıradan başörtülü aday göstermeye davet eden kampanyayı masaya yatırmış. Bir cerrah gibi değil ama Dr. Mengele’yi andıran bir haletiruhiye ile. Platforma olmadık amaçlar, tekinsiz niyetler yüklemiş; o da yetmemiş, kampanya dolayısıyla öne çıkan kadınların dindarlık kalitesini masaya yatırmış, handiyse “dalak sorgusu” yapmış. Bir mail grubuna mensup olmaktan başka hiçbir araca sahip olamayan ve tamamen “spontane” olarak gelişmiş bir kampanyanın “iyi saatte olsunlar” dediği bir çıkar grubunun maşası olduğunu iddia etmiş. Kullandığı “soğuk savaş” dili, bazılarımızın beşinci kol faaliyeti gösteren “beyaz casus” olarak suçlanmasına, başörtüsünü ticari amaçla kullandığımızı iddia etmesine kadar gitmiş.

        Buzdan kılıcını çekmiş, düşmanına hamle etmiş adeta. Düşmanlık evet, çünkü normal şartlarda oylarını AK Parti-Has Parti-SP çizgisinde kullanacak kadınlardan oluşan bir girişimi, KADER’in “alt kampanyası”, “tamamlayıcısı” olarak gösterme “hesabı”, ancak azmetmekle mümkün olabilecek bir çarpıtma. Gerek bu vurgu, gerekse “iyi saatte olsunların sızdığı hareket” ithamı, “Başörtülü kadınlar tek başlarına bir şey yapamaz, kesin bunlara bir yol gösteren var” noktasından hareket ediyor. Gerçekten yazık. Kim derdi ki, dindar insanların bir-iki nesline önemli katkılar yapmış, onları seküler, üsttenci ve sömürgeleştirici mantığın içimize sokmaya çalıştığı aşağılık kompleksine karşı uyarmış biri, içinden çıktığı kesimin kadınlarına aynı aşağılık kompleksinin içinden bakacak?

        Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken dindar kadınlar sizin de yıllarca yaptığınız gibi, bazı ticari faaliyetler içine girmişlerse ya da meslek sahibi olmuşlarsa bunu mutlaka “başörtüsü mağduriyetlerini kullanarak” yapmışlardır, öyle mi? Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken başörtülü kadınlar, sizin de yıllarca yaptığınız gibi düşünce kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle yani kamusal hayatla temas eder, sorunları birlikte tartışır hale gelmişlerse, bu olsa olsa “casusluk” ya da “statü kazanma ihtirası” ile açıklanabilir, öyle mi? Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken başörtülü kadınlar “Başörtüsü İslam’ın beş şartı içinde yok” diyenleri eleştirdiği zaman bu Kuran’ın bir emrini hatırlatmak değil, “cemaati ve mahalleyi küçümsemek (!)” olmak olur, öyle mi! Öyle ya, “mahalle eleştirilecekse”, bu “eleştirme hakkı” olsa olsa, sizlerin hakkı olabilir. Biz başörtülü kadınların tek bir hakkı vardır: Sizi ve sizlerin temsil ettiği gücü ve iktidarı övme ve ona hizmetçi olma, hazır kıta olma hakkı! Kadın ve erkek, mutfak ve banyo, bütün üç oda bir salon evler, bu hakikati böyle bilsin! Öyle mi?

        Buna içine Mahmut Esat Bozkurt kaçmış oryantalizm denir.

        Bu esef veren bakış açısı, yakın zamanlara kadar sadece kendisini Kemalist ve laik çizgi üzerinde konumlandırmış olan, başörtülü kadınları “çağdışı” gören kesimin militanlarında görülüyordu. Ne zaman ki, muhafazakâr demokratlar baskıcı rejime karşı demokratikleşmeyi savunarak belirli bir başarı kazandılar, yeni statülerini koruma çabası içine girdiler, başörtülü kadınlara karşı mesafe alma gereği duyanların da sayısı arttı, niteliği değişti. “Batılı modernist” kalıplardan devşirdikleri “ideal”ler tarikiyle başörtülü kadınları aşağı bir varlık düzeyi olarak konumlandıran bir dindar erkek tipi ortaya çıktı. Başı açık kadınlarla son derece arkadaşça ve eşit ilişki kurabilirken başörtülü kadınlarla aynı kareye girmekten kaçınmaya başlayan bir muhafazakâr tipi...

        Çoğunu tenzih ediyorum, ama bugün “başörtüsü görünmeyen erkek” cenahında ciddi bir çarpıklık söz konusudur.

        Hem başörtülü kadınlara karşı “klasik Batı modernleşmesine özgü” derin bir aşağılama hissi taşımaktadırlar, hem de başörtülü kadınların “hak taleplerini” feministleşme, modernistleşme, dünyevileşme gibi İslamcılığa özgü bir jargon yoluyla boğmaya çalışmaktadırlar.

        Ali Bulaç “Başörtülü kadınlardan soğudum” demeden önce, bu “paradoks” üzerine biraz düşünseydi keşke; o zaman bizim nasıl buz kestiğimizi anlardı. Tabii içinde bir parça “adalet” duygusu kalmış olsaydı.

        Diğer Yazılar