Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Artık konuşma zamanı geldi” dediğinde 30 Mart yerel seçimlerinin üzerinden sadece üç gün geçmişti. Bu erken davet olmasaydı mesele bir süre daha speküle edilmeyebilir, çalışmalar daha sağlıklı şartlarda yürüyebilirdi belki. Öyle olmadı. Derken, Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı adaylığını düşündüğünü gizlemeyen işaretler verdi, “Koşturan, terleyen Cumhurbaşkanı” ifadesiyle kendisini işaret etti. Gül, kimsenin Cumhurbaşkanlığı’nın cepte olmadığını ifade ederek “Benim sözüm de önemli“ sözleriyle mukabele etti.

        Önceki gün, Kütahya’da gazetecilerin sorduğu “Medvedev-Putin formülü” ile ilgili olarak “Bunun demokrasiye yakışan bir uygulama olduğu kanaatinde değilim” beyanatını verdi Gül. Bu cümle dahi tek başına bir kırgınlık yahut refleks gibi görünmeye adaydı. Ama fazlasını da söyledi: “Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını burada paylaşmak isterim.” Dün bazı gazeteler, “Çankaya kaynaklarını” mahreç göstererek Sayın Gül’ün ciddi bir kırgınlık içinde olduğunu yazdılar. Erdoğan’ın “Terleyen Cumhurbaşkanı” ifadesinin “eşbaşkanlık” formülünün ve parti tabanlı kimi spekülasyonların etkisinden bahsettiler. Yerel seçim Erdoğan ve AK Parti lehine bir zaferle sonuçlandığında ilk akla gelen Köşk yolunun Erdoğan’a açıldığı, bundan sonra doğal olanın da Gül’ün başbakan olması gerektiği fikriydi. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na yeniden aday olmama jestine karşılık Başbakan da Gül’ün başbakanlığı için gereken yolların açılmasının startını verebilirdi. Çok etkin ve aktif bir başbakanlık yapmış Erdoğan’dan boşalacak alanın da güçlü bir isimle dolması gerekiyordu ki AK Parti güç kaybetmesin.

        Abdullah Gül ismi bu bakımdan biçilmiş kaftandı. Ancak şöyle bir dilemma da vardı kuşkusuz: Erdoğan’dan boşalan yeri, o alanı doldurma potansiyeli yüksek biriyle ikame ettiğinizde bu kez de o kişinin halkın seçimiyle gelecek ve “tüm anayasal yetkilerini kullanacak” bir cumhurbaşkanıyla ne kadar uyumlu çalışabileceği sorunu çıkıyordu karşınıza. Devletin zirvesinde çatışma olması korkulacak bir şey değil, hatta belki demokratik tecrübeyi artıracak türden bir dinamik bile olabilir. Fakat Gül’ün yerel seçimlerden önce yaptığı bazı açıklamalarını “Olacak olanın habercisi” diye değerlendirenlerin sayısı da hiç az değil. Yani, Gül’ün partiyle “hâlâ” tam ve kusursuz bir özdeşlik içinde bulunduğu varsayımı kısmen doğru, yüzde yüz değil... Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın hukuksuz dinlemelerle ilgili iddialarına karşı söylediği ve kimi gazetelerin manşetten verdiği “Benimle ilgili de ‘İhtimal dışı’ diyemem. Ama şunu söylemek isterim ki bu konularla ilgili herhangi bir kaygım veya herhangi bir korkum yok” ifadesi rahatsızlık yaratmış görünüyor. Erdoğan’ın ciddi şekilde karşısına aldığı ve paralel yapı olarak tanımladığı oluşumun toplumda da en fazla tepki çeken tarafıydı “hukuk dışı dinlemeler” ve Gül’ün ifadesi “Dinlemelerden şikâyetçi olan, yaptığı şeyden emin olamayandır” gibi yorumlanmış durumda. Başka bir talihsizlik de Gül’ün yaşanan son krizin dış bağlantılı olabileceği iddiasına verdiği cevap. Hatırlanacağı gibi Gül, yerel seçim öncesi yaptığı yurtdışı gezilerinden birinde gazetecilere böyle hadiselerin arkasında dış ülkelerin aranmasının üçüncü dünya ülkelerine has bir tutum olduğunu söylemişti.

        Birçok AK Partili için bu “oldukça rencide edici” bir yaklaşım olarak görülüyor. Cumhurbaşkanı’nın, Erdoğan’ın seçim mitinglerinde kurduğu diskuru küçümsemiş olduğu düşünülüyor. Kimse Gül’ün HSYK ve İnternet Yasası’nı onaylarken göze aldığı riski hafife almıyor. Gül bu iki konuda milletten kopmadı, doğru davrandı. Ancak bu davranışının sonucunda gelen “Eyvah, dünyaya rezil olduk” ekürisinin baskı ve tacizlerinin Gül’ü son talihsiz açıklamaları yapmaya sevk ettiğine inanılıyor. Bu taciz ve baskıları çok abartarak anlatan ve Beyefendi’yi yanlış yönlendiren bazı danışmanlarının isimleri bile konuşuluyor diyeyim, bir süredir sır değil. Gül’ün “Ben yokum” olarak yorumlanan sözlerinde geçen “şartlar” sadece Erdoğan’ın aktif bir Cumhurbaşkanlığı yapma isteğine verilmiş bir refleksten oluşmuyor. O şartlar, biraz da bu şartlar. Ancak ikili, nihai görüşmelerini yapmış değil. Uzlaşma hâlâ mümkün, hâlâ seçenek.

        Diğer Yazılar