Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE 2013 yılının mart ayında “çözüm süreci” adı verilen barış müzakerelerini ilan etti, o günden itibaren de bir dizi saldırıya maruz kaldı. İnsanların rahatsız olduğu, değişim istediği normal demokratik eylemselliklerin üzerine bindirilen senaryoların ve faaliyetlerin adeta yıkım için, adeta darbe zemini oluşturmak için çalıştığını gördüğümüz aylardan geçtik. Türkiye’yi bir cendereye sıkıştırmak isteyenler, Türkiye’nin enerjisini temsil eden AK Parti’yi hırsızlık ve yolsuzluk iddialarıyla bitiremeyince, bu kez de partiyi bölmek istediler, sır değil. Tüm bu cerbeze ve çekişme, ardı ardına üç önemli seçim yaşanacağı için gerçekleşti, o da hepimizin malumu. Malumu, çünkü Türkiye’nin yakın tarihinin tüm seçim dönemlerinde gerçekleşenler kâfi derecede karine teşkil ediyor.

        Ahmet Davutoğlu’nun, Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle AK Parti’nin de onayını alarak Başbakanlığa yürümesi bu şartlarda oldu. Geçtiğimiz günlerde açıklanan hükümet programı hemen fark edileceği gibi 2015-2019 arasını kapsayan, uzun soluklu bir döneme yayılması planlanmış ekonomik, sosyal ve kültürel siyasi hamleleri içeriyor.

        Operasyonların, Türkiye’yi eski ayarlara döndürme arayışlarının zuhur etme nedenlerinden biri olan “seçim sathı” ise hitama ermiş değil. 2015’te bir seçim daha var çünkü: Genel seçimler.

        “Ahmet Davutoğlu’nun tüm bu şartları dikkate alarak ‘ilk’ sekiz ayı kapsayan acil eylem planı var mı?” diye düşünüyordum ki, perşembe günü gazetecilerle yaptığı ilk canlı yayında sorumun cevabını verdi: “Önümüzdeki 8 aydaki en önemli hedeflerimden biri, Türkiye’nin genel siyasetini yönetmek kadar AK Parti’nin o 12 yıllık başarı hikâyesini teminat altına alacak şekilde AK Parti’yi tahkim etmek. Kadrolarımızı tahkim etmek ve yeni bir heyecan oluşturmak.”

        Kabineyi oluştururken liyakati esas aldığı kadar kırgınlıklara yol açmayan bir denklemde karar kılan Davutoğlu, söz konusu tahkimat bahsinde bir miktar risk de alacak gibi görünüyor. AK Parti’nin bütün kongrelerini seçimden önceki bir takvime kaydırması bunun göstergesi. Seçime, seçilmiş kadrolarla gitmenin, yenilenme ve heyecan için gerekli olduğu düşüncesinde.

        DAVUTOĞLU VE ÇÖZÜM SÜRECİ

        İlk sekiz ayın olmazsa olmaz, 2015 sonrasına bırakılamaz ikinci önemli maddesi ise elbette çözüm süreci. En geç 15 günde bir mutlaka bir araya gelecek ve konunun doğrudan aktörleriyle temas edecek bir heyet planlaması dışında Akil İnsanlar Heyeti için yeni görevlendirilmelerin yapılacağı bir düzenlemeden bahsediyor Davutoğlu.

        Kuşkusuz Beşir Atalay’ın çok büyük emeği var çözüm sürecinde. Bir kalıcı barış olasılığı doğmuş ise şüphe yok ki barışın mimarlarından biridir Atalay.

        Ancak “Davutoğlu” ve “çözüm süreci” ifadeleri yan yana geldiğinde kimilerinde beliren şüphenin nedenine bir açıklık kazandırmak gerekiyor.

        Bu endişeli hal Suriye’de PYD’nin iddiaları, talepleri ile Türkiye’nin “meşru Suriye muhalefetinin güçlendirilmesi” yolundaki politikalarının çeliştiği dönemle ilgili. Özetle: Muhalefetle beraber hareket etmek yerine kendi özerk yönetimini kurmaktan yana tavır alan PYD’ye bağlı Kürtler, Suriye muhalefetini karşılarına aldılar ve bu tercihlerinden dolayı maruz kaldıkları haksızlıklardan da Dışişleri’ni sorumlu tuttular. Oysa PYD burada hem bir miktar çarpıtmış hem de haksızlık yapmıştı. Bölge ülkelerinın dışişleri bakanları arasında Suriye Kürtleri konusunda “Suriye muhalefetinde Kürtler de olmalı” diye direten tek bakan Ahmet Davutoğlu idi. Esad ile aynı hizaya düşmelerine rağmen Türkiye fevri davranmadı, kendi politikasının bu derece karşısında yer alan Salih Müslim’e tavır alınmadı ve hatta Türkiye’ye geldiğinde en üst düzeyde karşılama yapıldı kendisine.

        Üstelik şunlar da var:

        Ahmet Davutoğlu, Meclis’te HDP’lilerle en iyi diyalog kuran bakanlardan biriydi. Çözüm süreci daha ortada yokken Diyarbakır’a gidip BDP’li belediyeyi ziyaret etmiş, Süleymaniye’de Kürtçe konuşma yapmış ve bu cihetler itibarıyla ilkler arasında yer almış bir kişiden bahsediyoruz. Birçok kişinin veba gibi kaçındığı bir ifade iken “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” ifadesinin resmi olarak kullanımı da onun sayesinde olmuştu. Erbil ile ilişkilerde Türkiye’nin korkularından arınarak cesurca ilişki kurması yönünde adım atan ilk bakandı.

        Diğer Yazılar