Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IŞİD, verdiği iktidar savaşını bir din savaşı gösteren, toplu infazları ve saçtığı dehşetle tehlikeli olduğuna hiç kuşku bırakmamış ve nihayet iki vatandaşını kaybeden ABD’yi de sorunun ciddi olduğuna ikna etmiş bir yapı. Lanetleyelim. Sonra hatırlayalım.

        Esad, “Bizim savaşımız İslamcı teröristlerle!” diye seslendiğinde daha ortalarda IŞİD filan yoktu. Sonra sanki Esad’ın kendisini bir kahraman olarak lanse etmek için kurduğu bu cümlenin altını doldurmak istermişçesine çıktı, Esad’ın işini kolaylaştırdı. Sahadaki muhaliflerle görüşen herkesin bildiği bir anekdottur. Esad’a karşı savaşan muhalifler bir şehri ele geçirirler. Esad kendi şehrini bombalar, muhalifler uzaklaşmak zorunda kalır, o şehre IŞİD yerleşir ve Esad bombardımanı keser. Geçtiğimiz iki yıl bu türden hikâyelerle bezeli. O zamanlar Esad ile kâh savaşan kâh ele geçirdiği yerden çıkan petrolü Esad’a satan, kâh işbirliği yapan, zaman zaman da muhalif tugayların komutanlarını öldürerek kendi varlığını tahkim eden zararlı, tehditkâr bir örgüt söz konusuydu. Türkiye’nin dikkat çekmelerine, “Suriye’deki gidişat konusunda uluslararası toplum inisiyatif almazsa, ÖSO ve yerli ılımlı muhalifler güçlendirilmezse bu radikal militanlar daha da güçlenecek” uyarılarına aldırmayan ABD’nin ve AB ülkelerinin gözü önünde serpildi büyüdü.

        Şimdi ABD “Bana ne?” diyor. “Değil mi ki benim iki vatandaşım şimdi öldürüldü, ben de şimdi müdahil olma gereği duyuyorum ve senin de müdahil olmanı istiyorum.”

        Obama’nın ilan ettiği stratejide IŞİD’i güçten düşürecek ve zorlayacak seçenekler yok değil. Hava saldırıları epeydir yapılıyor zaten. Ancak sivil kayıplar engellenemezse Maliki’nin, Irak ordusunun eziyetlerinden yılmış olan Iraklı Sünnilerin IŞİD’e yakınlaşma serencamının önüne geçilemeyeceği gün gibi ortada.

        IŞİD’e giden fonları ve katılımları kesmek elbette çözüm için anlamlı seçenekler, ancak Avrupa’dan elini kolunu sallayarak uçağa binen ve “ulusal güvenlik gerekçesiyle” engellenmeyen militanları durdurma görevinin mutlak surette Türkiye’ye “yıkılması”, bir süredir devam eden ve pis kokular üreten bir metot.

        IŞİD’le mücadele eden güçlere, Irak’ta özellikle peşmerge ve Irak ordusuna ve Suriye’deki “ılımlı muhaliflere” istihbarat, danışmanlık ve askeri ekipmanı içeren destek kararı hem iyi hem kötü nüveler içeriyor. Obama bu operasyonun Esad’ı daha da güçlendirmesinin önüne geçilmesi gerektiğinde samimi ise IŞİD’le mücadeleye paralel olarak Suriye’deki gerçek muhalefetin desteklendiğini de görürüz. Ancak IŞİD ile çarpışacak her yerel aktöre silah verilecek olmasının sonuçları hakkında uzun uzun düşünmek gerekiyor. Bugün IŞİD’e, yarın kime? Bu yolun bir sonu var mı sahi?

        IŞİD elbette öncelikli olarak Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin sorunu. Fakat ABD bu sorunu Türkiye için bir “test”e ve “sıkıştırma” aracına dönüştürmeye meyilli görünürken, Türkiye IŞİD ve benzeri yapıların bir sebep olmaktan çok bir sonuç olduğunun farkında. Kendi şehirlerini bombalayan, 2011’de, daha barışçıl gösterilerin sürdüğü günlerde muhalif olduğundan şüphelendiği mahallelere Şebbihalarını gönderip hamile kadınların karınlarını deşen Esad’ların ve ona göz yumanların yarattığı bir sonuç. Sandıkla, demokrasiyle bir yere varmaya çalışan İhvan-ı Müslimin gibi halk hareketlerini şeytanlaştırıp Sisi gibilerinin darbelerini destekleyen Suudi Arabistan gibi yerel, bu darbeleri “Demokrasi inşa ediliyor” diyerek kutlayan ABD gibi küresel aktörlerin yarattığı bir sonuç.

        IŞİD öncelikle Türkiye’nin sorunu, evet. Ama Türkiye’nin neden olduğu bir sorun değil. ABD ve diğer ülkeler sebep nezdinde sorumlu arayacaklarsa ara sıra aynaya bakmalılar.

        Aliya İzzetbegoviç gibi İslam’ın hakikatini anlatan, demokratik yöntemleri ve entelektüel tartışmayı aset kabul eden bilgelerin kıymetini bilmeyen; yüz binlerce Boşnak’ın kıtır kıtır kesilmesine göz yuman Batılı liberal demokrasiler bugün, “İslam’ı çirkin gösteriyor olmak umurumda değil” diyen IŞİD’in ortaya çıkışındaki rollerini sorgulamak zorundalar.

        Bu sorundaki paylarını, meseleyi Türkiye gibi bölge ülkelerinin üzerine iteleyerek görünmez kılacaklarını sanmaları zulmün devası değil parçası olmaları sonucunu doğuruyor ve milyonlarca insan bunu görüyor.

        Diğer Yazılar