Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜNLERDE Leftovers diye bir dizi izliyorum. Bazı bebeklerin, kadınların ve erkeklerin birdenbire ortadan kaybolduğu, nereye gittiklerinin din ve bilim adamları tarafından açıklanamadığı, geride kalanların tümüyle travmatize olduğu bir “dünyanın sonu” duygusunu konu alıyor. Geride kalanların bölünmüşlüğü; “ayrılanların” mı “kalanların” mı daha iyi durumda olduğu yolundaki felsefi probleme cevap bulamayanlarla, soruya kayıtsız kalanların toplu ruhsal çöküşüyle çatışmaya evriliyor.

        Bilimsel bir fiyasko sonucu nanoteknolojik kıyametini yaşayan insanlar ile nanitler arasındaki mücadeleyi anlatmaya dönüşen Revolution var sonra. Elektriksiz bir dünya yeni otoriteler doğuruyor, altüst olmuş hayat standartları bir de savaşlarla tersyüz ediliyor. Dizide acayip adamların ellerindeki Arapça yazılı tarifler, reçeteler meseleye bir Ortadoğu esansı da katmaya doğru gidiyor “inşallah”

        Walking Dead’den bahsetmeye gerek bile yok. Bildiğin kıyamet. İnsanlığın sonu ve kıyamete rağmen yaşamaya devam edenlerin acınası dramı. Mücadelesi. Savaşı. Bazen dönüşmüş türevle savaş, bazen kendi türüne karşı verdiği savaş.

        The Strain, ilk sezonda halen sürmekte. Yerkürenin değil ama insanlığın sonu yakın. Zira bir virüs yoluyla insanlar kan içici yaratıklara dönüşmek üzere metamorfoz geçiriyorlar. Virüsün yayılmak için seçtiği yol ise “sevgi”. Dönüşümü gerçekleşen varlık içgüdüsel olarak insan iken en çok sevdiği varlığı yok etmeye yöneliyor. Kendi sonunu anıtlaştırma adına ilk öldürülen, seni hayata en çok bağlayan olmalı.

        The Lottery, kadınların çocuk doğuramadıkları ve insanlığın soyunun tükendiği bir alternatif gerçeklikten, yavaşlatılmış kıyametten hikâyeler anlatıyor. Çocuk yok ise yaşam da yok. Sevecek çocuklardan yoksun kalma acısı gibi insani bir dramın bağrında taşıdığı şiddet potansiyeli ise “ibretlik”.

        Alternatif bir geçmişte geçen dizi filmler bile kıyamet olasılığının perçinlediği savaşlarla ilgili. Sizce “Winter is coming” neyle ilgili?

        Sadece dizilerden, o da gösterimi devam eden dizilerden bahsettim. Battlestar Galactica’ya, Firefly’a hiç girmedim; 2012, The Day After Tomorrow (Yarından Sonra), Terminator, Knowing (Kehanet), Armageddon gibi apokaliptik ya da post apokaliptik eski kült filmlere değinmek için bile yerimiz yok.

        Özeti şu: Sadece birkaç ay içinde elimi attığım her linkte “savaş” ve “kıyamet” temasını kol kola girmiş buluyorum. 2000’lerde daha da artmış olan bu kanlı yakın gelecek vizyonları üretimini konjonktürün çağırdığı dinsel arketiplerden bağımsız göremiyorum. Bazen öncelikle iç piyasayı hedefleyen bu ürünlerin kamuoyunu bir şeylere hazır hale getirmeye çalıştığından şüphelendiğimi de itiraf etmeliyim.

        Üstelik gerçeğe döndüğümüzde, ürkek davranıp adres belirtmeyen dizilerden daha fazlasını, geliyorum diyen bir büyük savaşın haritasını buluyoruz önümüzde. Tarihsel, dinsel arka planı olan bir coğrafya.

        Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarının -kimi eskatoloji de diyebilir- kıyamet alametleri konusunda neredeyse ortaklaştığı tek bir alan var: Kıyamete doğru çok büyük bir savaş olacağı ve bu savaşın Ortadoğu’da yaşanacağı.

        Yahudiler için Har-Megido (dağı), Hıristiyanlıkta savaşa da adını veren “Armageddon” bölgesi bir şeyler anlatıyordur. Yuhanna İncili’nde Şam’ın adı geçer. Hadis-i şeriflerde Şam’ın adı defalarca telaffuz edilir. Ama en ilginç olanı “Melhame-i Kübra” olarak da bilinen büyük savaş gününden bahseden bir hadistir: “Melhame-i Kübra gününde Müslümanların fustatı (çadırı, merkezi) Şam şehrinde GUTA denilen yerdedir. O gün Müslümanların menzillerinin en hayırlısı orasıdır.”

        Agnostik biri “Bir şeye inanılıyor olması, kaçınılamaz olduğunu göstermez” diyecektir. Ama akıllı bir agnostik aynı zamanda şunu da söyleyecektir: “Çok fazla sayıda insan neredeyse aynı şeye inanıyorsa, sırf inandıkları için o şeyin gerçekleşme ihtimaline doğru itilirler, o ihtimale yatırım yaparlar, sebep sonuç ilişkilerini o ihtimale doğru kurgularlar ve bu da o ihtimalin gerçekleşme oranını kaçınılamaz oranda artırabilir.”

        Bu arada söylemiş miydim? Popüler kültür ürünleri zamanın ruhunun dijital versiyonları olarak dini arketiplerle o derece yüklü oluyor ki, bazen kim seküler, kim fundamentalist birbirine karışıyor. Özeti: “Uygar” dünyanın bilinçdışı, seküler filan değil. Yaklaştığına inanılanın gerçekleşmesini engellemekte kararlı bir küresel irade göremiyor olmamız da belki bu yüzden sürpriz değil.

        Diğer Yazılar