Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “EN sevdiğim arkadaşlarımın yarısının artık yurtdışında yaşıyor olması normal mi?” yazan bir ileti okudum geçenlerde. O zaman aklıma geldi, hakikaten herkes gidiyor ya da gitme hazırlığı yapıyor. Bir ara modası bile oluşan güneye kaçıp domates ekme kafasındaki insanlardan bahsetmiyorum. Ülkeyi tamamen terk edip kendilerine başka bir hayat kurmaya başlayanların sayısı giderek artıyor. Eskiden tek bildiğimiz Almancılar şimdi dünyacı olmaya başladı yani. Amaç başka ülkeye gidip zengin olmak değil, tek arzu var, adam gibi yaşamak. Açmam gerekirse gündelik hayatta karşılarına çıkan ağırlıklarla uğraşmaktan bıktı insanlar. Trafiğe çıkıyorsun, elini kornadan ayırmayanlarla dalaşıyorsun, metroya biniyorsun merdivenin sağını solunu kaplayan “beyefendilere” çatıyorsun! En basitinden sabah işe giderken köşedeki simit satıcısından taze simit almak istiyorsun ama orada bile dünden kalanların ısıtılıp önüne sunulmasından bıkıyorsun. Herkes bir uyanık, herkes birbirini kazıklama çabasında günümüzde. Şehir hayatı yavaş yavaş orman hayatına devşirilmeye başlandı. Üstelik ağaçsız bir orman, sadece insanlar ve binalar var. Gidenlerin ruhunda yeni bir ülkede yaşanacaklara karşı duyulan heyecandan çok, yaşadıkları coğrafyadan kovulmuşluk hissi var. Öyle ya özellikle İstanbul özelinde pek mutlu insan kalmadı. Doğduğum şehir olduğu için yaşanılan değişimi bire bir görebiliyorum. Beton parçası sokaklara, meydanlara baktıkça “Sana ne yaptılar İstanbul” diyesim geliyor da İstanbul’un pek cevap verecek hali yok bu sıralar!

        Pasaport çilesi

        HAFTA sonu yazımda anlatacağım Courchevel gezisinin dönüşünü Cenevre üzerinden yaptık. Bu sayede dünyanın en dingin, en ruhsuz, en sessiz kış mevsimi şehrini de görmüş olduk. İstanbul bina doldu diye dert yanıyoruz belki ama daha gri olan şehirler de varmış dünyada. Dönüş yolunda pasaport kontrolünde başımıza gelenler ise insanlık adına fena can sıkıcıydı. Avrupa Birliği ülkelerine mensup pasaportlarını neredeyse sadece göstererek kontrolden geçen insanlardan sonra sıra bize geldiğinde pasaport kontrolündeki polis önce pasaporta sonra bize baktı. Pasaportu makineye soktu olmadı, vizeyi ışığa tuttu kesmedi. Daha önce hiçbir pasaport geçişinde rastlamadığım elektronik bir büyüteci vizelerin arasında gezdirdi, onlarla inceledi durdu. Sinirle kafamı çevirip yan bankoya baktım, arkadaşım da Türk pasaportu ile aynı işleme maruz kalmış! Bu olayın üzerine vize alan bütün arkadaşlarımın ya çok kısa bir sürelik onay aldıklarını ya da tek girişlik vizelere hak kazandıklarını duyunca başa döndüğümüzü anladım. Kurunun yanında yanan yaş filizlerden olmak insanın canını sıkıyor.

        Doğru söze ne denir

        SÖZCÜ Gazetesi’nden Nil Soysal’a verdiği röportajda “Fazıl’ın da benim de başıma gelenler hoşgörüsüzlükten” diyor Orhan Pamuk. “Türkiye hoşgörüsüz bir ülke” diyerek de sözlerine devam etmiş. Tartışılmasına gerek olmayan bir noktadan girdiği için Orhan Pamuk’un bu cümlelerine bir ekleme yapamıyorum. Öyle ya, ne söylediğini, ne yaptığını bir kenara bırakın, bu ülke topraklarından yurtdışına açılabilmiş en büyük müzisyen Fazıl Say, edebiyatçı desen Orhan Pamuk. Fikirleri size ne kadar ters gelirse gelsin el üstünde tutulmaları gerekirken, millet ilk taşı atabilmek için yarışta. Onların dehası gibi biri daha çıkabilecek mi bilmiyoruz ama olanı da dibe batırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bunun yanında 5 para etmez fos starlarımızı da daha yukarıya çıkarabilmek için itekliyoruz adeta. Orhan Bey’in dediği gibi Türkiye hoşgörüsüz bir ülke evet ama aynı zamanda tuhaf bir ülke. Dünyanın değerleri ile bizim değerlerimiz hiç uyuşmuyor.

        Diğer Yazılar