Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        OYA Aydoğan’ın oğlu Gurur, kız arkadaşıyla bir mekânda görüntülenmiş ve durum sorulunca “Instagram’da tanıştık” demiş, belki okumuşsunuzdur haberleri. Kafede, partide, okulda, arkadaş aracılığıyla tanıştık sözlerine bir de Instagram’da tanıştık olayı ekleniverdi. Instagram tanışmak için makul yer değil mi zaten. Bir kere her şey sizin kontrolünüzde. En güzel çıktığınız fotoğrafları, yediğiniz en güzel yemekleri, gittiğiniz en iyi partileri paylaştığınız için havanız bin beş yüz. Herkes süperstar gibi o hesaplarda. Enteresan bir şey değil, çok mantıklı, çağımızın gerektirdiği bir durum. Ama orada tanışıp ilişki başlatmak kısmını bilemedim. Yeni dönemin patlayan ilişkilerinin sorumlusu Instagram mı olacak acaba? Sadece kaşına gözüne vurulduğumuz birinin hayallerimizi gerçekleştirmeyeceği gerçeğini fark ettiğimizde suçu Instagram’a mı atmalıyız, kendimize mi? Bence yaz mevsimine atalım, her şey onun suçu. Ne yapalım o da bu kadar hızlı ısıtmasaydı ortalığı.

        Podyumlardan dizilere tamam da!

        GÖKHAN Keser’i severim, uzun süre sonra nasıl bir dizide rol almış acaba diye başladığım ‘Sen Benimsin’, hayatımda gördüğüm en sahte kaza sahnesiyle başladığı halde izlemeye devam ettim. Gökhan Keser jön olarak modern çağ Seymen Ağa’sı rolünü iyi kotarmış. Hep gülerken görmeye alıştığımız gözleri kükremeyi, sinirlenmeyi de beceriyormuş onu görmüş olduk. Fakat diğer başrol Rüveyda Öksüz için yorum yapmamak en iyisi. İlk bölümde annesi ile tartışma sahnesi çekilirken koltuğun ucuna öyle bir nazik oturuşu vardı ki “Ne bu güzellik kraliçesi tripleri” diye dalga geçmiştim dizi akarken. Sonradan öğrendim ki şaka değil gerçekmiş ve kendisi 2013 Türkiye Güzeli’ymiş. Tacını ve kuşağını çıkarmış ama en sinirli sahnede bile dimdik podyum yürüyüşünü üzerinden atamamış. Hadi manken kızlarımızı oyuncu yapıyorsunuz da, dizinin podyum olmadığını, bir hışım sahneyi terk etmeleri gerekiyorsa ellerini kollarını hareket ettirebileceklerini öğütleseniz ne olur yani? Bir de dizi o kadar fazla dram üzerine kurulmuş ki fenalık geliyor. Mesela Elvan karakteri sadece ağlama sızlama, bela çıkarmak için yaratılmış gibi. İkinci bölümün sonunda intihar edeceği izlenimi verildiği an “Hadi acele et” deyiverdim içimden. Birkaç ajitasyon öğesi azalsa fena dizi değil aslında.

        Nişantaşı’nın neresi güzel?

        AHMET Hakan’ın yazısında fark ettim ki Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk bir yazısında “İstanbul’un en güzel semti Nişantaşı” demiş. Nişantaşı’ndaki değişimi fark ediyordum ama böylesine bir köşeden böylesine bir yorum beni şaşırttı. Hakikaten yanımda biri olsa “Neresi en güzel yahu” diye soracak hale gelmişim bile. Evet ilgi alanınız sadece pahalı butikler ve üç aşağı beş yukarı aynı yemekleri farklı isimlerle önünüze getiren kafelerden oluşuyorsa harika bir semt. Bana sorarsanız da bina yüklemesi, trafik derecesi tavan olan az yeşillikli, tuhaf bir semt. Bir zamanlar en güzel olabilirdi evet. Ama şimdi ferah bir yol aradığınızda caminin içinden geçmeniz gereken, oradaki kavakları görüp yeşil ihtiyacınızı giderdiğiniz bir semt. Harika bir parkı var, bir tek ona laf yok. Ama Nişantaşılı olarak her gün parka gidip nefes alacak zamanı bulamıyorsunuz. 7/24 kafelerde takılma sektöründeyseniz o ayrı tabii.

        Diğer Yazılar