Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON günlerde, 3’üncü Halife Hz. Osman dönemi ile sonrası ortaya çıkan iktidar mücadelesini ve Müslümanlar arasındaki ayrışmanın hikâyesini yeniden okuyorum. Bu sırada Sayın Fehmi Koru’nun yazdığı kitabı, “Ben Böyle Gördüm” elime ulaştı. Konuları itibarıyla benzer kavgayı anlatan eserin bugünlere denk gelmesi, tamamen tevafuk oldu. Ama Sayın Koru’nun kitapta da anlattıkları tevafuk değil, tekerrür hissi veriyor. Lesley Hazleton’un ifadesiyle “hiç kimsenin istemediği ama yine hiç kimsenin kaçamadığı bir kavga’’nın tekrarı...

        Bugün iki dönemi kıyaslamak gibi bir niyetim yok. Ancak halen yaşamakta olduğumuz sürece ışık tutması sebebiyle Sayın Koru’nun yeni kitabı hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

        Toplumun gözü önünde duran birinin gizlisi saklısı kalmaz. Dolayısıyla herkesin bildiğini tekrarlamış olacağım ama Sayın Koru mütedeyyin bir insan olmakla birlikte birey olmayı, dindar kesimlerin hepsine aynı mesafede durmayı başarmış bir yazardır. Bu açıdan, hiç kimse Fehmi Koru’nun Cemaat mensubu olduğunu iddia edemez. Liderleri ve üst kademe kadrosuyla çok yakın arkadaşlıkları olmasına rağmen, AK Parti hareketi içinde de fiilen yer almadı. Ülkemizde olup biten olayları belirli mesafeden gözleyerek tarafsız ve sağduyulu yaklaşan bir yazar olarak saygın bir yerde durdu.

        Nitekim kendisi kitabında “İçinde yer almadığım halde” diyerek Cemaat mensubu olmadığının altını çizerken, AK Parti’yi siyasi bir hareket olarak sadece desteklemiş biri olduğunu belirtiyor. Ama hepimiz biliyoruz ki, bu mahallenin insanlarını mezhep, meşrep, cemaat veya tarikat ayrımı yapmaksızın, doğru gördüğü zaman destekledi, yanlış gördüğü zaman dostane hatırlatmalar yaptı. Onun 28 Şubat sürecinde insan hak ve özgürlüklerinin ihlaline nasıl karşı çıktığını, mağdur olanların haklarını koruduğunu ve uğradığı mağduriyetleri hepimiz biliriz. O dönemde Fehmi Koru psikolojik harp yöntemlerine mağlup olmadı.

        Sayın Koru’nun kitabı bu noktada anlam kazanıyor. Yazar her iki hareketi yakından izleyen bir gözlemci olarak yakın geçmişte yaşanan Cemaat ve AK Parti çekişmesine tarafsız bir gözle yaklaşıyor. Olayların merkezinde ise mektup hadisesi yer alıyor. Mektup hadisesinin kahramanı olmasına rağmen, Sayın Koru duygularının etkisinde kalmadan yaşadıklarını ve düşündüklerini samimiyetle ve açıklıkla anlatmış. Ayrıca Cemaat hareketinin ortaya çıkışını, dershaneler ve okullar meselesini, Cemaat’in medya ve siyaset ilişkilerini, dinler arası diyaloğu ve Pennsylvania hayatını, perde önü ve perde arkasıyla öyküleştirmiş.

        Kitabı okuyunca, yaşanan olaylar hakkındaki “Cemaat üstü bir aklın, Cemaat’i uygun bir zemin ve bazı mensuplarını da aktör olarak kullandığı” düşüncem pekişti.

        MİLLET İRADESİNE KARŞI

        Cemaat’in doğrudan veya dolaylı olarak içinde yer aldığı 7 Şubat 2012 “Oslo soruşturması”, 27 Mayıs 2013’te başlayan “Gezi olayları” ile “17 ve 25 Aralık 2013 baskınları” ortak bir planın parçalarıydı: Millet iradesiyle iktidara gelmiş hükümete yönelik bir darbe girişimi. Peki, ama niçin?

        2012’ye kadar sıkı bir işbirliği içinde olan iki tarafın çetin bir kavgaya tutuşmasının sebepleri, Fethullah Gülen’in mektubunda gizli.

        Dershanelerin kapatılması, temsilcilerinin görevden alınması veya yeni mensuplarına görev verilmemesi ve yeni rakipler oluşturulmasından rahatsız olan Cemaat’in tepe yöneticileri, AK Parti iktidarından rahatsız olmaya başlamıştı. 2012’den itibaren ayrışmaya başlayan taraflardan Cemaat, kendi çıkarlarının zedeleneceğini anlayınca ilişkiyi “Koparsa kopsun” noktasına getirdi.

        Yolsuzlukları gerekçe gösteren “paralel devlet” de bu noktada harekete geçti. Hem Cemaat’i kendisi için güçlü bir zemin olarak kullandı hem de iktidardan rahatsız olan üst kademe kadrolarını silah olarak kullandı. Seçimle gelen siyasi iktidar değiştirilmeye çalışıldı. Vesayetten kurtulmaya çalışan Türkiye, yeni bir vesayetin kontrolüne sokulmaya çalışıldı. Sonuçta zeminin tahmin edildiği kadar güçlü olmadığı anlaşıldı ve silah geri tepti.

        Hiç şüphesiz hükümeti devirme teşebbüsü başarıya ulaşamadı, ama bu kavga ciddi bir şekilde iki tarafın da aleyhine oluyor. Cemaat artık milletin gözünde bir hizmet hareketi değil. Hizmet adına elde ettiği kazanımları hem kaybetmeye başladı hem de meşruiyet sorunu yaşıyor. AK Parti ise düne kadar kendilerini yere göğe sığdıramayan yabancıları bile aleyhine çevirebilecek ve muhalifleriyle işbirliği yapabilecek bir düşmana sahip oldu.

        Diğer Yazılar