Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yaklaşık 10 gün geçmiş olmasına rağmen, cuntanın darbe teşebbüsünün ağırlığı üzerimizden kalkmadı. Başarılamamış olmasına rağmen, hainlerin tacizinin onur kırıcılığı bedenimize sindi.

        Aklım, havsalam almıyor; FETÖ mensupları bu toplumun önemli bir bölümü tarafından yıllarca “alnı secdeye değiyor” diye desteklendi veya en azından sempatiyle karşılandı. Ama bu vahşiler hiçbir hatırı, hiçbir vefayı ve değeri gözetmeksizin, kendileri dışında kimseye acımadı.

        Elinde bayraktan başka silahı olmayan insanları tankla ezdi.

        “Durun ne yapıyorsunuz?” diye ikaz edeni gözünü kırpmadan kurşunladı. Keskin nişancılarla masum insanları uzaktan gaddarca vurdu.

        PKK’ya karşı kullanmak üzere verilen bombaları mesai arkadaşlarının üzerine attı.

        Kariyer basamaklarında yükselirken elinden tutan üstlerine tuzak kurdu.

        Güvenip yanı başında görevlendiren ve kadro veren amirine silah doğrulttu.

        İnandığı dinin gereği hırsızlığı, içkiyi, riyakârlığı vs. haram kabul ederken; soru çalmayı, dini emirleri yok saymayı ve gizli niyetlerini saklayarak maskeyle dolaşmayı kendine meşru kıldı.

        Muhatabını hırsızlıkla veya otoriterlikle suçlarken, röntgencilik ve şantaj yaptı, tehdit etti ve dikta rejimi kurmaya kalkıştı.

        Bütün bu olup bitenleri anlamakta ve kabullenmekte zorlanıyorum. Zihnimde hiçbir gerekçe ve izah bulunmuyor. Kâbus görmüş olmayı diliyorum ama en çıplak gerçeğiyle hayatını kaybeden insanlarımızın acısı içimizde.

        Bunların Hasan Sabbah’ın fedailerinden ne farkı var? Onlar doğrudan cennete gideceklerine inandırılmıştı. FETÖ’nün fedailerinin canının, aklının, malının ve hepsinden önemlisi iddia sahibi olduğu dininin üstünde gördüğü kutsal değeri ne olabilir? Çünkü bu çılgınlık, gözü dönmüşlük sadece iktidarı değiştirmek amacıyla makul görünmüyor.

        Bütün bunlara karşı en anlaşılabilir, en sade ve kesin bir gerçek daha var: Halk bu ihanete göz yummadı, canını dişine taktı ve iradesine sahip çıktı.

        Millet kendi üzerine düşeni yaptı ve sorumluluğunu hakkıyla yerine getirdi.

        Şimdi sıra hükümette ve siyaset aktörlerinde.

        Olağanüstü dönemden geçiyorken olağan hukuki düzenlemeler, karar süreçleri ve tedbirler yetersiz kalır. Bu sebeple, daha hızlı ve daha etkin tedbirler için TBMM neredeyse oybirliğiyle OHAL kararını onayladı. Toplum anlayışla karşıladı.

        OHAL kararının insan haklarını ve demokrasiyi korumak için yapıldığı mesajları ve 3 aylık bir süre için alınması da hükümetin iyi niyetinin bir göstergesi olarak kaydedilmeli.

        Bu süreçte hiç şüphesiz kamu düzeni ve güvenliği için gerekli tedbirler alınacaktır. Ancak bu dönemde toplumun bütün kesimlerinin hükümet ve siyaset aktörlerine güvenini artıracak düzenlemeler de yapılmalıdır.

        Nefislere ağır gelse de faillere hesap sorarken, suçun şahsiliği unutulmadan, insan hak ve hukuku korunmalıdır.

        Sivil alan genişletilmeli, demokratik istikrar için gerekli tedbirler alınmalıdır.

        Merkezi güçlendirecek kararlardan kaçınılmalıdır. Aksine çevreyi güçlendiren ve yapabilir kılan bir yaklaşım daha doğru olur.

        Bugün yaşanan devlete sızma ve yeteri kadar güçlendikten sonra meydan okumaya tekrar muhatap olmamak için merkezi idarenin küçültülmesi önemli bir strateji olacaktır.

        Merkezi idarenin uygulama yetkileri devredilirken, planlama ve denetleme gücü pekiştirilmelidir.

        Bunun için “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” tekrar gündeme getirilebilir.

        Normal süreçte gerçekleştirilmesi mümkün görünmeyen Kamu Personel Rejimi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilmelidir.

        Devlet memurlarına sağlanan imtiyazlar, özel sektör dahil bütün çalışma hayatının kalitesini bozmaktadır. Bunun kısa sürede gerçekleş- tirilmesinin zor bir karar olduğunu biliyorum ama AK Parti’nin ilk iktidar döneminde dile getirdiği tek çalışma hayatı ve İş Kanunu politikası tekrar hatırlanmalıdır.

        Atama, istihdam etme ve terfi uygulamalarında modern yönetim teorilerinden yararlanılarak ehliyet, liyakat ve performans ölçülerini esas alan bir yeni sistem tasarlanmalıdır.

        Ayrıca kamu yöneticilerinin hesap verme sorumluluğu yeniden düzenlenmelidir.

        Diğer Yazılar