Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İki ayrı yazıda tartışacağım bu konuyla ilgili başta cevabı vereyim: Evet.

        Neden sorusunun cevabını vermeye geçmişe dönerek ve dünyadaki örnekleri ile başlayalım.

        Spor yazarlığına başladığım ilk yıllarda ağırlıklı olarak tribün terörünün önlenmesi konularını ele alıyordum. Daha sonra tribünlerde şiddetin önlenmesine yönelik çıkarılan iki yasanın da hazırlık safhalarında görev aldım. Tam içime sinmese de çok önemli düzenlemeler yapıldı. Gerek komisyon çalışmalarında gerekse de yazılarımda İngiltere ve Hollanda’nın bu konuda yaptıkları çalışmaları referans olarak aldım.

        Çıkış noktam şuydu: İngiliz futbolu bugünlerini holiganlarına borçlu.

        İki yıl önce demiştim ki, “Mademki, bugünlerde futbol-şike tartışmaları arasında İngiltere’yi, Margaret Hilda Thatcher’ı konuşuyoruz, o halde o zamanlara bir göz atıp İngiliz futbolunun nereden nereye geldiğine ama en önemlisi nasıl geldiğine bir bakalım.

        Thatcher, futbol holiganlarının ülke içinde ve dışında yaptıklarına göz yumamazdı ve yummadı da. 1986 yılında tarihe Heysel faciası olarak geçen ve 39 Juventus taraftarının ölümüne neden olan olaylar İngiltere futbolunu kemiriyor adeta futbol yoluyla bir terör yaşanıyordu. İşte ardından o meşhur UEFA’dan 5 yıl süreyle men cezaları alınıyordu. Thatcher, bu kez holiganlar için “Bizim hayvanlara az bile” diyecekti.

        Avrupa kupalarından 5 yıl ceza almak bile İngilizleri uslandırmıyordu, bu kez 1989 yılında Sheffield-Liverpool maçında 96 kişi ezilerek hayatını kaybetti. Bunun üzerine Thatcher, Lord Jaustice Taylor’a daha sonra kamuoyunda ‘Taylor Raporu’ olarak bilinen bir çalışma yapma görevi verdi. İşte bize ‘İngiliz futbolu bugünlerini holiganlara borçlu’ dedirten gelişmeler de bu rapordan sonra yaşandı.

        Taylor, holiganizmi besleyen sebeplerin medya, sosyal sorunlar ve kulüp yöneticilerinin yanlış davranışı olduğunu belirtti.

        Hükümet, Taylor Raporu’nun ön gördüğü reformları yapmak için derhal harekete geçer. İlk iş olarak bütün statlarda ayakta maç seyredilen tribünler koltuklu hale getirildi. Arsenal, M.United, Chelsea ve Liverpool takımlarının ayakta maç seyredilen bölümleri artık yerlerini koltuklara bıraktı. Sunderland, Derby, Bolton, Millwall, Stoke ve Middlesbrough takımlarına da statlarını yenilemeleri için ultimatom verildi. Alınan önlemlerden sonra 1990 yılından itibaren holiganizm düşmeye, o tarihten sonra statlardaki seyirci oranları da artmaya başlar. Taylor, bir yandan holiganlarla mücadele metotlarını ortaya koyarken diğer yandan da İngiliz futbol ekonomisinin temellerini atıyordu. Böylece İngilizler, 20 yıl içinde dünyanın en büyük ligini yaratıyordu. 1990’larda 17 milyon kişi maçlara giderken geçtiğimiz yıl Premier Lig’de ve Championship’de toplam 39 milyon 145 bin kişi maçları statlarda izledi. 20 yıldır hiçbir maçta İngiliz Futbol Federasyonu saha kapatma ve seyirci yasağı getirmedi. Geçtiğimiz yıl 165 Manchester United taraftarı gözetim altına alındı ama kulübe tek bir saha kapatma cezası verilmedi.

        Popüler ismiyle Passolig’e dönüşen e-bilet de yasaya tribün terörünü önlemek için konuldu. Belki de çok değil bir kaç yıl sonra ülkenin birçok yerinde yenilenen statlarımızla birlikte Passolig bir çok sorunu çözecektir. Grup halinde hareket eden taraftarlar artık bireyselleşecek. Böylece suç işleyen taraftarlar da bireysel olarak tespit edilecek. Yani bir başka deyişle suçun şahsiliği ilkesi işleyecek. Nasıl ki İngiltere’de 20 yıldır saha kapatma cezası verilmiyorsa ülkemizde de bir taraftarın yaptığının bedelini diğer taraftarlar ödemeyecek.

        Bunun nasıl sağlanacağını ve Passolig’e yönelik eleştirilerin değerlendirilmesini de gelecek yazıda tartışalım.

        Diğer Yazılar