Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İhracatında % 80'in üzerinde imalat sanayinin payı olan Türkiye ekonomisinde, cari açığın ne anlama geldiğine bakalım. Bazılarının "cari denge açığı" olarak yanlış kullandığı ama doğrusu "cari işlemler hesabı açığı" olan ibarenin kısaca "cari açık" olarak kullanılması mümkündür. Keza bir şey dengede ise açık olmaz. Örneğin "ödemeler dengesi" adı ve hesap gereği dengededir ve açıkta olmaz. İstatistik Kurumu'nun kullanımında da benzer yanlış kullanımlar (kabuller) halen devam ediyor. Bir ülkenin ödemeler dengesi, geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin, yutdışında yerleşik kişiler ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlem kayıtlarını gösteren istatistiki bir rapordur. Basit ifadeyle, ekonomik olarak bir ülkenin öteki ülkelere verdikleriyle, oralardan aldıklarını gösteren bir tablodur. Çift kayıt sistemi geçerlidir. Örneğin Türkiye bir başka ülkeye mal satar (ihracat), karşılığında nakit (diğer yatırımlar/varlıklar/ Bankaların döviz varlıkları) alır. İhracat "alacak" kaydında, döviz nakit girişi "borç" hesabında gösterilir. Ödemeler dengesi başlıca üç ayrı alt hesaptan oluşur: Cari işlemler hesabı, sermaye-finans hesabı ve rezerv hesabı. Bunların her biri fazla ya da açık verebilir. Neticede alt hesapların toplam artısı ile toplam eksisi birbirine denk olmalıdır. Olmazsa ne olur, Türkiye'nin her zaman karşılaştığı net hata noksan kalemi olur. Anlayacağınız artı ile eksi farkını "hata" diye tanımlıyorlar. Aslında artılar mı eksiler mi doğru, o da meçhul.

        Cari açık kendi başına bir sorun değildir. Aksine cari açık verebilen ülke çok da haklı olarak ülkenin itibarının arttığını ve yabancı sermayenin ülkeye güvenle baktığını dile getirir. Bu şekilde giren sermaye ile ithalat yapılır, devletin de daha fazla ithalat vergisi alması kolaylaşır, bütçe tutturulur. Bir yandan da, ihracata yönelik hammadde ve ara malı satın alınmış olduğu için ihracat yapılabilir. Çok seviniriz, her ay sonu öncelikle patlayan ihracat duyurulur. Unutmadan, kendi başımıza üretme lüksümüz olmadığından ithalattan kaynaklanan istihdam sayesinde işsizlik de henüz korkulmayacak seviyelerde tutulur. Ülke parasının dövize karşı değerlenmesi ve enteresan bir parasal itibar mutluluğu da olur. İyi ki varsın cari açık!

        Bir ilginç nokta da, Türkiye ne zaman cari açığını kapatmış ya da önemli oranda düşürmüştür acaba? Cevap da ilginç; kriz yıllarında, 1994, 2001, 2009 gibi... "O zaman bırakalım cari açık olsun öyleyse" mi diyelim? İşin olumsuz yönü nedir? Global kriz döneminde daha net görüldü ki, cari açığın milli gelire oranının belli bir seviyenin üstüne geçmesiyle birlikte bir ekonomik kriz ile karşılaşma olasılığı artıyor. Çok sayıda faktör etkisini aynı anda yorumlamanın karmaşıklığı itibarıyla eşik seviyenin net olarak söylenmesi ise güçtür. Hele bir de milli gelirin daha büyük çıkmasına imkân veren hesap değişikliği de yapılınca yorum daha da dikkatli yapılmak zorundadır. 2010 yılı verilerine göre, artırılmış milli gelir büyüklüğümüze rağmen cari açığın (yaklaşık 45 milyar dolar) milli gelire (yaklaşık 740 milyar dolar) oranı % 6'yı aşıyor. Cari açığın kendisinden ziyade yakın gelecekte finansman temini gerektirmesi bir tehlike oluşturmaktadır. Dolayısıyla, cari açığın büyüklüğü kadar hangi nedenler ile verildiği ve katlanılan borçlanmaların kısa ve uzun vadeli ödeme planlarının niteliği önem kazanıyor. Bu anlamda, mevcut cari açık verisinin bizlere verdiği tehlike sinyallerini önümüzdeki hafta değerlendireceğiz.

        Diğer Yazılar