Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR: Hevesini kursağında bırakmak istemem ama Cem Küçük’ün onu “bitirmesi” değil, Ahmet Hakan’ın aldığı kötü reyting. Zamanın ruhunun Ahmet Hakan’ın aleyhine işlemesi sorun; onun iyi bildiği ana haber formülünün son kullanma tarihi doldu.

        İKİ: Anchorman’ler dönemi genel olarak dünyada bitiyor. ABD’nin son güvenilir anchorman’i Brian Williams geçmişiyle ilgili palavra bir hikâye anlatınca ekrandan alındı. Yerine gelen kişi onun kadar ünlü, karizmatik değildi ama haber bülteni aynen izlenmeye devam etti. Uğur Dündar gibi olağanüstü bir güvenilirlik sağlayan ve bir duruşu temsil eden anchorman’ler hâlâ izlenir, ama Ahmet Hakan da böyle bir figür değil.

        ÜÇ: Kanal 7’de Ahmet Hakan’ı ayıran alternatif olu- şuydu. Reha Muhtar’ın domine ettiği, Ufuk Güldemir’in dozunu iyice artırdığı grotesk haberciliğe karşı sakin, entelektüel bir sesti. O dönem moda olan ve Radikal İki, Yeni Şafak gibi gazetelerde rastlanan “yeni sol” bir ton tutturmuştu. Kendi mahallesinden çok Cihangir’de sevildi zaten, bir süre sonra da merkez medyaya geçti.

        DÖRT: Ahmet Hakan’ın geçmişte ekrandan vaat ettiği alternatifi günümüzde merkez medyanın dışında internet siteleri, sosyal medya sağlıyor. O izleyici çoktan televizyonu terk etti.

        BEŞ: Günümüzde prim yapan haber dilini Ahmet Hakan konuşmuyor. Show Haber ise bu şifreyi çözmüş: Halk için, halka yönelik haber yapıyor, bunu da halkın içinden gelen haberciler yapabilir. Sadece siyasete boğmuyor, sokağı da yansıtıyor. İçi boş söylemler ve sloganlar atmak yerine gerçek bir Türkiye profilinin aynası haberler. Gerçek, samimi... İzleyici dünyanın sadece Ankara’dan ibaret olmadığını, kendisinin de hayatın bir parçası olduğunu ekranda görünce anlıyor.

        ALTI: Türkiye’de muhalif basın kendi kitlesini aptallaştırmaya programlamış; toplumsal söylem ve tartışma çıtasını yükseltmek yerine muhaliflerde biriken öfkenin gazını alarak günü geçiştirme derdinde. Fatih Portakal’ın en büyük başarısı bu: Son derece sığ, kullandığı dil avam, itirazı kahvehane tartışması boyutunda. Fazla derine inmeye de niyeti yok; zaman zaman okuduğu bir kitaptan alıntı yapıyor ekranda. Kendi kitabından. Ne üzücü ki, bu tutuyor. Ahmet Hakan ne yeteri kadar yandaş, ne muhalif... Hatta muhalif izleyici için fazla “entel”.

        YEDİ: Köşe yazarlığı insanı taraf olmaya zorluyor, Ahmet Hakan’ı bir köşe yazarı olarak parlatan da buydu. Polemikler, birkaç cümlede yaptığı nokta atışları, zekice yakaladığı ayrıntılar, yazı tarzı... Köşede durduğu gibi durmuyor.

        SEKİZ: İzleyici de okur da bir yere not etmiştir: Ahmet Hakan hiçbir idari görevi olmamasına rağmen fazlasıyla Aydın Doğan’dan taraf oldu. Köşesi Aydın Doğan’ın yanıtlarının yayımlandığı bir platforma dönüştü, patron ile köşe yazarı arasındaki mesafeyi son yıllarda iyi ayarlayamadı.

        EVET-HAYIR SÜRECİ

        RIDVAN'IN KATKISI

        Referandumdan “Evet” sonucu çıkarsa bu Rıdvan Dilmen’in başarısı mı olacak? Rıdvan’a şeytan denmesi boşuna değil; hakikaten de şeytani bir zekâ var. Buz kovası kampanyasını andıran videolar önümüzdeki günlerde büyük ihtimalle viral olacak, Arda’nın, Burak’ın açtığı yoldan başka ünlüler de gidecek.

        Ama her iddiasına girerim bu videoların sandık sonuçlarına çok büyük bir katkısı olmayacak.

        Çünkü reklam ya da kampanya ancak toplumda halihazırda bir dinamik varsa onu yansıtmaya yarar, tek başına belirleyici olamaz.

        Yıllardır CHP’nin ne kadar kötü reklam kampanyası yaptığı eleştirilerine karşı solun 80’lerin sonundaki belediye seçimleri zaferindeki limon sıkma reklamlarının ne kadar etkili olduğu hatırlatılır. Oysa o dönem toplumda Özal’a karşı bir doyum ve bıkkınlık olmasaydı çok da muazzam olmayan o limon kampanyası tek başına yeterli olmazdı.

        İyi bir reklam kampanyası ancak toplumda var olan bir talebi daha ileriye taşır, sıfırdan temeli olmayan bir dinamizm yaratamaz.

        Diyeceğim o ki referandumdan “Evet” çıkarsa Rıdvan kendine pay çıkarmasın... “Hayır” çıkarsa da kafasını duvarlara vurmasın...

        HAFTANIN ÖNERİSİ #TBT

        RYAN GOSLING’İN PATLAMA ANI

        Bir ara internette dolaşan “Hey girl” caps’lerinden, People Dergisi’nin yaşayan en seksi erkek unvanını reddetmesinden, büyük bir film yıldızına dönüşüp Oscar’a aday gösterilmesinden çok çok önce Ryan Gosling genç bir oyuncuydu. Adını kimsenin bilmediği, küçük bir bağımsız filmde sınırlı sayıda insanın dikkatini çekmiş ama bugünkü kadar patlama yapacağını kimse kestirememişti.

        Evet yetenekliydi ama bir Hollywood yıldızı olacak mıydı?

        Hazır “La La Land” çılgınlığı sürerken bu hafta bir #TBT hatırlatması yapıp Gosling’i parlatan o ilk filmi önermek istiyorum.

        2001 yapımı “The Believer” öyle insanın içini acıtan bir film değil, aksine kötülük ve kendinden nefret üzerine bir meditasyon adeta. 20 yaşındaki Ryan Gosling filmde New York’ta yaşayan Yahudi bir Neo-Nazi’yi oynuyor. Filmin ne kadar provokatif olduğu ortada; bıçak sırtı bir konuyu büyük bir ustalıkla anlatıyor. Bütün yükü ise Gosling’in izlediğimde “Kim bu?” diye ağzımı açık bırakan performansı sırtlıyor.

        Epeydir filmi yeniden izlemedim, ama şimdi tam zamanı.

        FİYATLAR AÇIKLANDI

        Pazar günü Supreme ve Louis Vuitton’un ortak koleksiyonunu yazmış, para biriktirip yatırım yaparsanız değerinin katlanacağını söylemiştim.

        O sırada henüz fiyatlar açıklanmamıştı.

        Dün internette bazı parçaların fiyatları sızdı...

        Supreme kırmızısı LV işlemeli sandık 68 bin 500 dolar... Kaykay çantası (kaykay dahil) 54 bin 500 dolar. Türk Lirası’na çarpamıyorum bile.

        Ama şunu gördük en azından; para biriktirerek alınacak gibi değilmiş. Belki bir küçük anahtarlık?

        Diğer Yazılar