Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Columbia’dan sınıf arkadaşım Alexis Fitts, “Varlığımı annemin ailesinin şanslı olmasına borçluyum” diye anlatıyor hikâyesini. Babası ve amcası Roosevelt’in Yahudi göçmenlere koyduğu sınır yürürlüğe girmeden Macaristan’dan Amerika’ya göç etmişler; “Eğer dedem Albert Sobel erken davranmasaymış ailemin geri kalanı gibi soykırımda yok olup gidecekmiş”.

        Cumartesi günü Donald Trump’ın kararnameyle bazı Müslüman ülkelerinden yasal da olsalar göçmenleri ülkeye almama girişiminden sonra pek çok göçmen ailenin çocuğu gibi infial halindeydi Alexis.

        Albert Sobel, ABD’ye göç ettikten sonra gündüzleri fabrikada çalışıp geceleri üniversiteye gitmiş. Doktora yapmış, açtığı kimya laboratuvarında pek çok farklı millet ve dinden insanlara iş vermiş.

        Trump’ın yaptığının Amerika’nın temsil ettiğinin aksi olduğunu iddia edemeyeceğim, çünkü değil” diyor şimdi torunu. “Her ne kadar söylemde birbirine sokulmuş kitleleri kabul ettiğimizi söylesek de gerektiği zaman sınırlarımızı kapatmasını da iyi biliyoruz. Din ve ırka dayanarak ayrımcılık yapıyoruz. Benim ailemin yaşadığı 85 sene öncesinin Amerika’sıydı; bugünün Amerika’sı olmak zorunda değil.”

        Bana ise yepyeni bir ABD kuruluyormuş ve bütün dünya da bunun sancılarını yaşamaya başladı gibi geliyor.

        Çok sağlam bir anayasası, ek maddeleri olduğu düşünülen ABD’de bile yazılı kâğıt değil önemli olan. ABD’yi ayakta tutan devlet içindeki gelenekler ve kabul edilmiş normlarmış meğer.

        AMERİKAN AYRICALIĞI

        ABD’nin yaşadığı en büyük saldırı 11 Eylül’den sonra bile Trump’ın kararnamesinin benzeri, Müslümanların topluca sınırdışı edilmesi ya da ülkeye alınmaması telaffuz edilmedi.

        Çünkü aşırı sağcılar bile bu tamir edilemez lekenin Amerikan değerlerine aykırı olacağını biliyordu. Amerikalılar bugüne kadar ülkelerinin diğer devletlere kıyasla yabancılara kucak açan, farklılıkları kabullenen ve özgürlük ilkesi üzerine inşa edildiğine inanıyordu. “American exceptionalism” yani Amerikalı olmanın ayrıcalığı, ülke vatandaşlarına kendi devletinin diğer ülkelerden daha iyi olduğunu aşıladı.

        Yaşanan infialin bir nedeni de Amerikalıların aslında ülkelerinin düşündükleri kadar kusursuz ve ayrıcalıklı olmadığı gerçeğiyle yüzleşmeleri... Meğerse dünyanın çarpık ülkeleri kadar sorunluymuş Amerikan sistemi de; Trump bunu yüzümüze vuruyor.

        Eğer başarıya ulaşırsa sistemin ne kadar kırılgan ve önemsiz olduğu kanıtlanacak. Gerçek kâbus senaryosu bu: Kendini “özgürlük” kavramıyla özdeşleştiren Amerika’nın sonu.

        TÜRKİYE TEPKİ VERMELİ Mİ?

        Dünden beri Amerikan televizyonlarında ve gazetelerinde İslami terörizmi engellemek için yürürlüğe giren Trump yönetmeliğinin neden üç ülkeyi kapsamadığı konuşuluyor: Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve... Tahmin ettiğiniz gibi Türkiye.

        Trump bu üç ülkeyi dışarıda bıraktı, çünkü hepsiyle, tıpkı bizde olduğu gibi iş ilişkisi var. Türkiye’deki yatırımlarından (bina ve mobilya) geçen sene 6 milyon dolar kazanmış Washington Post’un yazdığına göre. Dubai’de golf sahasına adını vermiş, SPA ve tatil köyü yatırımı 2 milyar doları buluyor. 11 Eylül saldırılarından sorumlu 19 teröristten 15’inin vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’da yatırım yapacağını açıklamıştı, sonradan vazgeçti

        Başkan’ın çıkarı olduğu ülkelere ayrıcalıklı muamele tanınıyor kısacası.

        Çifte standart mı?

        Kuşkusuz.

        Ama Trump olağandışı bir dünyada başkan seçildi... Ve tıpkı Putin gibi alışılagelmişin dışındaki yöntemlerle iş yapmayı seviyor. Zaten “iş yapmak, iş bitirmek” en sevdiği tabirler.

        Putin de iş bitirici olma peşinde; uluslararası normları ve kurumları hiçe sayıp, muhatabı ülkelerle bire bir anlaşmalar yaparak ilerliyor. Geçen gün Trump’la 1 saat konuşup Rusya üzerindeki yaptırımların kaldırılmasını istedi mesela...

        Olağandışı bir dönemden geçtiğimiz için Türkiye’nin nasıl bir tepki vereceğini bilemiyorum.

        Ama daha Trump’la bir sürü “işimiz” var. Her şeyden önce FETÖ meselesi masada...

        İş bitirici bir Amerikan başkanıyla Türkiye’nin de kendi çıkarlarını herkesin önünde tutarak iş yapması daha doğru değil mi?

        BÜYÜK JÜRİ KARAR VERDİ

        BİR günde üç ayrı fotoğrafımı kullanarak köşe yazarlığında sanırım bir rekor kırdım. Açıkçası bu işi uzatmak niyetinde değilim, ama gün geçtikçe kafam karışıyor. Bir yandan okurların tavsiyeleri, bir yandan yakın arkadaşlarım derken köşeye hangi fotoğrafımın eşlik edeceğine bir türlü karar veremedim.

        Bana iletilen bazı görüşler...

        - Ertuğrul Özkök (Gazeteci): “Üçü de değil, geçenlerde benim köşemde yayımladığım fotoğrafın. Tek mahsuru kızların çok hoşuna gidebilir.”

        - Halide D. (Tasarımcı): “Klasik olan bence. Diğerleri de hoş ama uygun değil. Yazılar ciddi.”

        - Buket Uzuner (Yazar): “Üçü birden olunca sensin! Üçü ince uzun yan yana hoş olabilir ayrıca.”

        - Elif Uras (Sanatçı): “En güzel göründüğünü seç, o yüzden 3.”

        - Barbaros Altuğ (Yazar-edebiyat ajanı): “2 biraz İdo, 3 muzip ve tatlı.”

        - İzzet Çapa (İşletmeci): “Gıdı benim de en büyük takıntımdır ama hiç böyle bir sorun yok, son derece samimi, o yüzden 3.”

        - Zuhal Şeker (Yönetici): “Bence sen 3 değilsin, 1 biraz huzursuz, daha gerçek, tam sen.”

        - Ersoy Dede (Gazeteci): “1... Çünkü anarşist bir yazarı, aykırı bir fikri ancak bu foto tamamlar.”

        - Elçin Yahşi (Gazeteci): “Kesinlikle 3.”

        - Saba Tümer (Televizyoncu): “Klasik olanı bir kere unut, 2 endişeli, 3 daha meydan okuyan.”

        - Ramazan Kurnaz (Show Haber GYY): “Ben birinciyi beğendim... Köşe fotoğrafı olmaz diyorsan da 3 numara. Zor seçim.”

        Bir de Habertürk ailemin fikirlerini sordum...

        - Selçuk Tepeli: “Benim oyum 1 numaraya, yani senin zorlama dediğine. Köşe fotosu olmasın demiştik ya zaten; al sana billboard’lara uyan bi racon!”

        - Fatih Altaylı: “Fotoğraf olmaması daha iyi fikir, olacaksa birinci foto.”

        - Serdar Turgut: “Aslında üçünü de sevmedim ama illa biri olacaksa klasik derim.”

        - Tabii bir de ortada kanun var: Türk basınında demokrasinin tıkandığı zamanlarda Hıncal Uluç’un dediği geçerlidir: “1 numara tartışmasız. O sensin, 3 numara hiç değilsin. 1 baktırır ve konuşturur.”

        Konu kapandı sanki, ne dersiniz?

        Diğer Yazılar