Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Benim Oscar’la işim bitmişti, ama sadece bu sene bir şans daha vereyim dedim. Çünkü Michael De Luca ne yapacak diye merak ediyordum. Mutlaka ama mutlaka bir delilik bekliyordum törenin iki yapımcısından birinden.

        De Luca aslında Hollywood’un en önemli ve dâhi prodüktörlerinden biri. New Line Cinema’yı yönetirken “Boogie Nights” ve “Seven” gibi filmlere yeşil ışık yakan o. Sonradan “Moneyball” ve “Social Network”ün de perde arkasındaki kahramanı. Ayrıca sinema âşığı, törenin uzun ve sıkıcı şarkılarla değil de gerçekten sinema sanatına saygı gösterecek şekilde olmasını istemiş.

        Onu ilginç kılansa birbirinden önemli filmleri hayata geçirmesi değil, başarıdan dolayı bir dönem gerçekten çıldırması.

        1998 yılındaki Oscar töreninden sonraki bir partide fazlasıyla içkiyi kaçırınca herkesin önünde pantolonunu indirmiş oral seks yaptırıyordu. Sorulduğunda “Dibe vurduğum an o değildi” diye anlatıyor New York Times’a. Sonraki yılları bağımlılık tedavisiyle, sektöre geri dönüp kendini yeniden kabul ettirme savaşıyla geçmiş.

        İşte pazar günü güya geri dönüşüydü.

        Bana kalsa bütün Oscar’ları ona hazırlatırım, zira sonuçtan o kadar memnunum ki...

        Ama doğrusu bu kadar büyük bir deliliği Michael De Luca’dan bile beklemiyordum.

        TAM TV’Yİ KAPATIYORDUM

        Ne yalan söyleyeyim, önce “La La Land”in yönetmeni Damien Chazelle ödül alınca sadece bir saniyeliğine “Belki bu filmi sadece bu ödülle onurlandırırlar, en iyi filmde sürpriz yaparlar” diye aklımdan geçirdim.

        Warren Beatty ve Faye Dunaway sahneye çıkınca da “Tamam kesin, sonuç belli” diye “La La Land”in zarftan çıkacağından emindim, o yüzden hiç şaşırmadım. Bir grup beyaz adamın zafer konuşmasını dinleyecek halim yoktu, tam televizyonu kapatmak üzereyken ben de bir anda yaşanan sürprizle herkes gibi ne olduğunu anlamadım.

        Bir anlatım biçimi olan “deus ex machina” tam da bu sona uygun herhalde. Hiç kimsenin beklemediği anda yeni zarf bir kurtarıcı gibi sahneye indi ve bütün hikâyenin kaderini değiştirdi. “Moonlight”ın ödül kazandığı gerçeğini tam olarak kavrayınca -ki üzerinden biraz vakit geçmesi gerektisanki kendim ödül almış gibi sevindim.

        ZARF KRİZİNİN SORUMLUSU KİM?

        - Warren Beatty diyor ki: “Bana yanlış zarf verdiler, o yüzden şaşırdım, biraz bekledim, çünkü içinde ‘Emma Stone – La La Land’ yazıyordu.”

        - Emma Stone da diyor ki: “Bu yanlış zarf hikâyesi nereden çıktı bilmiyorum, ama En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün zarfı bu olay olurken elimdeydi.”

        - “Moonlight”ın yönetmeni Barry Jenkins de iki aynı zarf gördüğünden bahsediyor, ama gazetecilerin detaylı sorularına karşı Akademi’nin PR’cıları hemen onu susturuyor.

        - Televizyondan dondurulan karelerde Warren Beatty’nin sahiden de ilk olarak üzerinde “En İyi Kadın Oyuncu” yazan zarfı okuduğu net bir şekilde görülüyor.

        POLİTİK MESAJ ÖDÜLDE

        1. Meksikalı aktör Gael Garcia Bernal’in Trump duvarına karşı mesajı, Jimmy Kimmel’in Trump’a yönelik tweet esprileri, İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin okunması için yolladığı mesajların dışında çok da politikaya boğulmamıştı ödül töreni. En İyi Film Ödülü’nü “Moonlight”a vermek Akademi’nin asıl politik duruşuymuş meğer.

        2. Geçen sene Oscar’ların ne kadar beyaz olduğu tartışılıyordu; onca olağanüstü performansa rağmen siyahlar görmezden gelinmişti. Bunun üzerine Akademi yapısını değiştirmeye, farklı kesimlerden yeni üye almaya girişti. İlk defa bu sene oyunculuk dallarının tamamında siyah aktörler adaydı, değişim girişimi henüz bir senelik olmasına rağmen. Yine de Akademi’nin eski üyeleri ağır basıp ödülün, neredeyse tamamı beyazlardan oluşan, caz müziği üzerine bile bir beyaza söz hakkı tanıyan ve Hollywood’u anlatan “La La Land”e gideceği tahmin ediliyordu.

        3. Trump Amerika’sına uygun bir Oscar filmiydi “La La Land”. Sığ, beyaz ve gerçeklikten uzak. “Moonlight” ise her yönüyle risk alan bir başyapıt. Uygulamaya çalıştığı politikalar (özellikle polis yanlısı tavırları) ve önemli görevlere atadığı isimlerle (adalet bakanı, ırkçı danışman) bir ırk savaşını tetikleme görüntüsü veren Trump’a karşı inadına siyah, inadına eşcinsel, inadına ezilmiş, inadına adaletsizliğin vurduğu insanları anlatan filme gitti En İyi Film Ödülü. “La La Land” kazansa unutulacaktı, ama şimdi Trump’lı yılların ilkinde “Moonlight”a ödül verilmesini tarih yazacak. Susan Sontag’ın “toplumu yiyip bitiren bir kanser” olarak tanımladığı beyaz ırkın yer yer yenilmesi, ilerlemek için zorunlu.

        MECBURİ ESPRİ

        Oscar’ın önce başka filme gittiği açıklanınca tabii ki “Acaba bir mucize olur da birisi aslında seçimi de Donald Trump’ın kazanmadığını söyler mi?” sorusu insanın aklına düşüyor. Ama Hollywood hep masal satmakla övünüyor işte, böyle mucizeler bir tek filmlerde oluyor.

        AKADEMİ'NİN MECBURİYETİ

        Eğer “En İyi Film” ödülü “Moonlight”a gitmeseydi...

        - Yeniden beyaz ırkın siyahların hakkını yediği tartışmalar alevlenecekti.

        - Tıpkı Grammy’ler gibi sürekli beyazları kayıran bir organizasyon olarak Oscar da tescillenecek ve protestolar başlayacaktı.

        - Yıllardır giderek Oscar izleyenlerin sayısı düşüyor, tören özellikle “millennial” denen genç kuşağı yakalayamıyor. Gençler sürekli beyaz insanları görmek istemiyor.

        - Sürpriz faktörü: Yıllardır hangi dalda kimin kazanacağını tahmin etmek hiç zor değil, oysa ödül törenlerini ilginç kılan sürpriz yapabilmesi. Oscar bu refleksi kaybetmişti, şimdi yeniden kazandı.

        - Kazandığı bir diğer şey de itibar kuşkusuz.

        BEYAZ ADAMIN KİBRİ

        Yine de baktığınız zaman bu beyaz erkekler, siyahların ufacık bir zafer kazanmasına bile gönülleri tam razı olmamışçasına ödül anonsunu yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Hata da olsa yapılan ilk yanlış anons sanki içlerinden gelmeden ödül veriyorlarmış hissi uyandırdı.

        Halbuki zarflar karışmasa “Moonlight” ekibi bir şok yaşamadan, gayet mutlu bir şekilde sahneye çıkacak ve konuşmalarını yapacaktı. Oysa son andaki şokla herkes nefes nefese kaldı, eli ayağı birbirine girdi, zaferi bile tam yaşayamadılar.

        Önce rock müziği, sonra rap’i, jazz’ı, blues’u siyahlardan çalan beyaz ırk şimdi de siyahların sevinme hakkını ellerinden aldı istemeden de olsa. Ama zaten beyazlar kendi ayrıcalıklarını hep istemeden başkalarını ezerek kullanıyorlar, hiç niyet etmiyorlar ama nedense hep siyahlar bedel ödüyor.

        Diğer Yazılar