Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bundan birkaç sene önce Kürt açılımı başladığında, iki dilli, iki tabelalı hayata alışmaya çalışırken “Türk duyarlılığı” diye bir kavram ortaya çıkmıştı. Kürtlere hakları veriliyor, tamam ama bu arada Türkler ne olacaktı.

        Çeşitli nedenlerden dolayı sonunda iki dilli hayat gerçekleşmedi; kıyılardaki muhaliflerle muhafazakârların herhalde üzerinde anlaştığı nadir zafer anlarından biri buydu. Kısacası Türk duyarlılığı kazandı.

        Geçenlerde Hıncal Uluç’tan Oscar’lar hakkındaki yazımın ırkçı olduğuna dair bir kısa mesaj aldım. Siyahlara değil, beyazlara yönelik ırkçı bulmuştu yazıyı... “Beyaz kelimesini siyahla değiştir, anlayacaksın dediğimi” yazıyordu.

        İkna olmadığımı söyledim, kısaca “Dominant ırka karşı ırkçılık olmaz” dedim.

        Önerdiği Türk’ün yerine Kürt, Kürt’ün yerine Türk koyarak “karşı tarafı” anlama çabasıydı. Oysa ortada eşit olmayan iki unsur var, nasıl kolaylıkla yer değiştirilebilir.

        BEYAZ ADAMIN JESTİ

        Beyaz ırk, kendisinin toplumdaki birtakım hak ve hizmetlere doğal olarak sahip olması gerektiğini düşünür. Beyaz sadece ten rengiyle ilgili değil, sosyo-ekonomik statüyle ilgili bir kavramdır. Beyazlar iyi eğitim almak, çok kazandıran iş bulmak, aile kurmak, polis tarafından güvenliğinin sağlanması, yargı önünde hakkının korunması gibi çok temel hakların toplumda herkese eşit dağıtıldığını iddia eder. Çünkü kendisi bugüne kadar hiç böyle bir problem yaşamamıştır; çocuğunu okula kaydetmek istediğinde reddedilmemiş, yardım için polisi aradığında karşılıksız kalmamıştır.

        Halbuki beyazların kolaylıkla sahip olduğu ve doğal olarak kazandıklarını düşündükleri benzer hak ve hürriyetlere aynı toplum içindeki azınlıklar ancak yoğun mücadeleler sonucu sahip oluyor. Bu mücadele çoğu zaman da beyaz adamdan (evet hemen her zaman erkek) zorla hakkını almak üzerine kurulu.

        Hiç kimse beyaz erkeğin oy kullanma hakkını sorgulamıyor, ama oy kullanma siyahlara ya da kadınlara “verilen” bir hak... Halbuki kimse jest beklemiyor; eşitlik herkes için geçerli olsun, yeter.

        Benzer şekilde başı açıkların okula gitme, devlet dairesinde görev yapabilmeleri doğal bir hak gibi kabul edilirken, başörtüsü takanlar ancak yeterli siyasi ortam hazır olduğunda bu hakka kavuşabiliyor. Devlette dini azınlıklar hâlâ iş bulamıyor mesela, çocuklarına Kürtçe isim vermek isteyenlere ise devlet ancak yakın zamanda lütfetti bu hakkı.

        TOPLUMU BİTİREN KANSER

        Ama “beyaz ayrıcalığı” bunu görmez. “Canım siyahlar da uyuşturucu satmasınlar” diye başlar, “Bizim gibi okuyup düzgün iş bulsunlar” diye devam eder.

        “Bizim gibi” burada kilit kelimedir, çünkü toplumun ayrıcalıklı kesimi fırsatların herkese eşit dağıtılmadığını bildiği halde herkes eşitmiş yanılsamasıyla hareket ederek vicdanını rahatlatır. Yer yer sergilenen empati, zorlama, göstermelik ve sahtedir.

        Susan Sontag bu yüzden beyaz ırkı toplumda dokunduğu ne varsa kökünü kurutan bir kansere benzetmişti.

        Bir kısa mesajdan nerelere geldik...

        DÜN NE OLDU?

        Dudak uçuklatan mal varlığı haberlerine Arda Turan dün Instagram Stories’den tepkisini gösterdi... “Aklıma gelmişken şu bilmediğim malların tapularını gönderinde haberimiz olsun” dedi. Ve tabii ki dahi anlamına gelen de’yi ayıramadı.

        KİME IRKÇI DENİR?

        Kimi beyazlar (ya da hâkim sınıf) kendilerine yönelik eleştiriden alınıyorlar, “Siz de bize karşı ırkçılık yapıyorsunuz” diyorlar. “Türk duyarlılığı” da böyle bir kavramdı işte...

        Irkçılık, tanımı gereği bir güç ilişkisini şart koşar. Egemen sınıfın bir başka ırkı sistematik bir şekilde baskı altında tutup bundan çıkar sağlamasından doğar; siyahların köleleştirilmesi gibi. Buna karşılık beyazlardan hoşlanmayan siyahlar olabilir, ama bu sistematik bir çıkar ilişkisine dönmediği sürece adına ırkçı- lık denemez. Tıpkı Türkleri sevmeyen Kürtler olabileceği gibi...

        Günümüz ABD’sinde siyahlar, beyazların kolaylıkla elde edebildiğini başarmak için iki katı çalışıyorsa ırkçılığın yönünü kestirmek de güç değildir.

        “Kürt oldukları için dağa çıkmaları şart mı” ya da “Canım ne olacak, o zaman başörtüsünü çıkarıversinler” beyaz/Türk ya da “Beyaz Türk” ayrıcalığının dışavurumudur.

        YA HOLLANDA

        Bu aralar Türkiye’de baskın zihniyetin son hedefi de Suriyeli göçmenlerdir; bu insanları kamplara hapsedip gündelik hayata sokmamaya kararlı kesimler daha sonra küçücük çocukların Nişantaşı’nda neden dilencilik yaptıklarını sorgular. Oysa göçmenleri sisteme dahil etmeyi bir teraziye koysak olumlu yönleri daha ağır basar: Her şeyden önce işgücüne dahil olarak ülke ekonomisini büyütürler...

        Ama dominant ırk, kendi egemenliğine tehdit gördüğü için yabancıları arasına sokmak istemez, düşmanlaştırır.

        Bugün Avrupa’da yaşlanan nüfusun önderliğinde yaşanan trajedi ve terör de budur.

        Sistematik bir biçimde yabancıları hedef alan sağ siyaseti yükselten Avrupa halklarının iki yüzlü ve aşağılık tavırlarını eleştirmek, bu nefreti körükleyenlerden nefret etmek ırkçılık mı?

        MAKUL GEREKÇELER

        Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün Star TV’de Nazlı Çelik’in “Evet çıkarsa istifayı düşünür müsünüz” sorusuna yanıt veriyor:

        “Niçin istifa edelim? Bana birisi bir gerekçe söyleyecek. ‘Şu gerekçeyle istifa et’ diyecek. Makul bir gerekçe olursa ederiz tabii, niye etmeyeyim.”

        İlk anda aklıma gelen bazı gerekçeleri saymak isterim, zannederim bunların hiçbirini “makul” bulmayacak ama...

        - Girdiği her seçimi kaybettiği için...

        - Tek başına “Hayır” rüzgârını tersine döndürdüğü için...

        - Gizli “Evet”çi olduğu için...

        - Delege yapısını etnisiteyle şekillendirip koltuğunu sağlamlaştırdığı için...

        - Hâlâ çıkıp da açık açık “Aleviyim size ne” diyemediği için...

        - Oy kullanamadığı, yürüyen merdivene binemediği, konusuna hâkim olmadığı için...

        - Toplumda karşılığı olmadığı için...

        - Partisini FETÖ’cülerle doldurduğu için...

        - Halk TV’de gördüğünü milletvekili yaptığı için...

        - Okuduğu köşe yazısına göre politika belirlediği için...

        - Hiçbir zaman seçilemeyeceği için...

        - Yaptığı muhalefetin hiçbir etkisi olmadığı için...

        - Sürekli etikten bahsedip hâlâ Ata- şehir’deki ev meselesini açıklayamadığı için...

        Yeterli mi?

        Tabii “En basit açıklama en doğru olandır” diye usturayla kesip atarsak en makul gerekçe, kötü bir lider olduğudur.

        Diğer Yazılar