Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eurovision üzerinden siyaset yapma misali bugünlerde Türkler ve Ermeniler IMBD’de kapışıyor. Konu Ermeni soykırımı iddiaları üzerine çekilen “The Promise” filmi. Türkler filme bir yıldız veriyor, Ermeniler ise 10. Bugün 141 bin oyun yüzde 44’ü bir yıldız, yüzde 54’ü 10 yıldızdan oluşuyor, filmin ortalaması 5.9.

        24 Nisan’a denk gelsin diye geçen hafta vizyona sokulan “ThePromise”i izledim.

        Christian Bale ve Oscar Isaac gibi iki kuvvetli stara, kendini kanıtlamış Terry George’un yönetmenliğine, 100 milyon dolarlık bütçesine kadar görünürde umut vaat ediyor. En sonra Türkiye’nin “1.5 milyon kişinin ölümüne yol açan Ermeni soykırımını hâlâ kabul etmediği” yazısı çıkıyor; belli ki iddialı bir filmle soykırımın tanınması sürecine hız kazandırmak istemiş yapımcılar.

        CONSTANTINOPLE ÇOK GÜZEL

        Kahramanımız, Ermenice “hoş, güzel” anlamına gelen “Siroun” adlı kurgusal köyünden Constantinople’a doktor olmak için yola çıkan Mikael (Oscar Isaac). I. Dünya Savaşı başladıktan sonra İncil’deki Eyyüb misali başına gelmeyen kalmayacak.

        Constantinople’da hayat güzel ama. Kadınlar muazzam giyiniyor, Osmanlı’nın gençleri şampanyanın su gibi aktığı partiler veriyor, dansözlerin çıktığı gece kulüplerinden şekerden süzdürülerek “absinthe” içiliyor. Çırağan Sarayı 1910’da yanmış olabilir, ama tarihsel gerçeklik paşa çocuklarının burada film icabı doğum günü partileri vermesine engel değil. Tabii Saray bu sefer Boğaz kenarında değil, sırtlarında.

        Tam da bu ince ayrıntı aslında filmin soykırımla ilgili sözlerinin de havada kalmasına neden oluyor. Epeydir sinemadan tarihsel gerçeklik beklenmiyor, biliyorum, ama yüzeyselliği soykırım kampanyasına bile katkıda bulunmayacak kadar bariz. Nitekim filmi pek kimse izlemedi, film yazarlarından iyi eleştiriler almadı.

        Ermeni ve Türklerin birlikte huzur içinde yaşadığını birkaç dakika görüyoruz. Gerçi Kapalıçarşı’da “Gitme o Ermeni’ye, seni kazıklar” diyor esnaf ama şaka yollu daha çok...

        Tıp fakültesine giren Mikael’in en yakın arkadaşı Emre Ogan; demek o yıllarda soyadı varmış. Emre bütün Türklerin topluca kötü olmadığını göstermek için tasarlanmış, nitekim Ermeni arkadaşlarına yardım etmek için paşa babasını karşısına alıp canıyla bedel ödemeyi bile göze alıyor.

        Köyde “sözlüsü” bulunan Mikael büyük şehirde Ana’ya (Charlotte Le Bon) âşık oluyor. Ancak Ana’nın zaman zaman alkol duvarını aşan bir gazeteci sevgilisi var: Associated Press muhabiri Chris Myers’ın (Christian Bale) filmde ilk belirdiği sahneden itibaren ne zaman ajan olmakla suçlanacağını düşündüm, fazla sürmedi. Fonda savaş, ön planda ise aşk üçgeni.

        İSYAN HABERİ YOK

        “Hızlı gazeteci” Chris partilerde Osmanlı paşalarının yüzüne gerçekleri haykıracak kadar cesur. Anadolu’da masum insanların asılı olarak bırakıldığı Anadolu köylerini dolaşıyor, tehcire tanıklık ediyor, haberlerini korkak operatörlere rağmen merkeze geçiyor. “Dediğimi aynen yaz, küçücük bir kızı bir Osmanlı askeri kafasına ateş açarak öldürdü” diye otel lobisinde herkesin duyması için bağırarak söylüyor haberin cümlelerini.

        Yazıyor da ne olduğunu, neden olduğunu hiç anlatmıyor. Sadece filmin iç tutarlılığı adına bile birkaç dakika önce Ermenilerle birlikte kadeh tokuşturan Türklerin neden düşman olduğunu, katliama giriştiğini, kadın-çocuk demeden herkesi şehirlerden sürüp öldürdüğünü ya da çalışma kamplarına hapsettiğini açıklamıyor. Filmin gerçekliği biraz Boğaz sırtlarındaki Çırağan Sarayı gibi. Böyle bir saray var hakikaten de, ama nerede...

        Ermeni isyanına vurgu yok, Ermenilerden bir anda neden nefret edildiğinin de ipucu yok.

        SONUNDA ASIL KAZANAN AMERİKA

        Filmdeki iki kahraman figürü de Amerikalı. Biri gazeteci Chris, diğeri ise tarihin efsane kişiliklerinden Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau (James Cromwell). Talat Paşa’ya Amerikalı olmanın erdemi üzerine öyle bir diskur çekiyor ki tarihsel şöhretinin hakkını veriyor. Ancak film Morgenthau’nun infialinin ABD’de pek yankılanmadığını, büyükelçilikten gelen katliam haberlerine rağmen devletin “nötr” kalmakta ısrar ettiğini es geçiyor.

        Mikael de Amerika’ya göç edip yeni bir hayat kuruyor. Türkiye’de kalan ya da ABD’ye gidemeyen Ermeniler filmin kadrajına sığmamış, çünkü onların önemi yok filmin amacı için.

        Bu karman çorman, çok şey yapmak isteyip hiçbir şey beceremeyen filmin asıl mesajı dünyada her türlü kötülük olurken ABD’nin sığınılacak güvenli bir liman, Amerikalıların hep doğruyu yapmak isteyen vicdanlı insanlar olduğunu vurgulamak. Sürekli duvar örmekten, yabancıları kovmaktan bahseden bir Başkan’ın devrinde filmin bu iddiası da tıpkı Ermeni soykırımının resmen tanınmasına katkıda bulunma niyeti gibi havada kalıyor.

        Soykırımdan nemalanan Türkler

        Ermenidiasporasının küresel medyada etkisi yok. Elbette Ermeni kökenli gazeteciler, yazarlar, film yıldızları var ama etki alanları sınırlı. Son yıllarda Kardashian Ailesi dünyanın en bilinen küresel şöhreti oldu Ermeniler arasında. Amerika’da yaşasalar, Amerikalı olsalar da Kardashian’lar kökenlerini hiç unutmadı.

        Geçtiğimiz senelerde Erivan’a ailece gittiler, Kanye West orada konser verdi.

        Bu isimlerin gerek popüler kültürde gerekse sosyal medyada etki alanı epey geniş. Nitekim Kim Kardashian “The Promise” filminin galasına da katılıyor, New York Times’a soykırım ilanı da veriyor. Bu meseleyi canlı tutmak, gündeme getirmek için uğraşıyor. Ama onun bile etkisi sınırlı.

        GARANTİLİ FORMÜL

        Öte yandan, Ermeni soykırımı iddialarından en çok prim yapanlarsa ironik bir biçimde Türkler. Halil Berktay, Taner Akçam gibi akademisyenler çok evvelden bu alanda bir açıklık olduğunu, “soykırım gerçeğini tanıyan Türk” kimliğiyle kendilerini pazarladıkları takdirde kapıların açılacağını hesapladılar. Bu kurnazlıkları karşılığını da buldu.

        Orhan Pamuk’un “Bir milyon Ermeni’yi katlettik” sözünden sonra getirileri gören diğer yazarlar da hemen aynı yoldan ilerledi. Bu konularla kısa akademisyenliği süresince hiç ilgisi olmayan Elif Shafak hemen kendisine Michigan’da bir akıl hocası buldu, bir dönem hayatının her anını paylaştığı Müge Göçek’in himayesinde Ermeni temalı kitap yazdı... Uluslararası alanda Türkiye’yi kötülemenin de bir şöhret formülü olduğunu fark etmeden çok önce Türkiye’de liberal takılan ve formülü çözdükten sonra muhalif olan Ece Temelkuran’ın da Batı’ya ilk açılımı Ermeni kitabı yazmak oldu. Şimdi bol bol konferans veriyor, Elif Shafak’la yarışıyor.

        Kim Kardashian da bir başına çabalayıp dursun, bizimkiler kadar kurnaz değil ki.

        Diğer Yazılar