Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hatırlatmakta fayda var, 19 Mayıs’ın tam adı “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”. Kurucu lider, gençlere verdiği önemi göstermek için kendi doğum günü için bu tarihi seçmiş. Resmi olarak 19 Mayıs’ın artık bir önemi yok gibi görünüyor, ama toplum her seferinde Atatürk’ü anmak için tek bir güne ihtiyacı olmadığını da kanıtlıyor. İşte, geçtiğimiz günlerde Atatürk’e edilen hakaretlere karşı oluşan kolektif tepki. Atatürk unutulmuyor, Türkiye onun mirasına her fırsatta sahip çıkıyor.

        Ancak 19 Mayıs’ın diğer özelliği, gençliğin önemini vurgulaması epeydir halının altına süpürüldü. Atatürk’ü anmakta hiçbir sıkıntısı olmayan Türkiye’de gençlerin kendilerine ait tek özel günü yıllar içinde karikatürleş- tirilerek anlamsızlaştırıldı.

        19 Mayıs’a ilk kurşun, 2003 yılında atıldı. Tam da Erdoğan’ın Başbakan olmasına paralel olarak denk getirildi. Özellikle paralel diyorum; çünkü 19 Mayıs’ın yıpratılmasının mimarı bugün bir FETÖ yan ürünü olduğu konusunda hiçbir kuşku kalmayan Genç Siviller adlı bir oluşumdu.

        Devrimcilikleri ve vizyonları takım elbise altına Converse ayakkabı giymekle sınırlı bu gençlerin ideolojik altyapısını, kimi özel üniversitelere yerleşmiş bazı tarihçilerin çarpık yorumları şekillendiriyordu. Her fırsat ve şartta Atatürk, Türk devrimleri ve Cumhuriyet’le ilgili düşmanca ve çarpık yorumlarla kariyer inşa eden Halil Berktay, Cemil Koçak gibi akademisyenlerin etkisinde 19 Mayıs’a bayrak açarak kendilerine ifade alanı buldu, dikkat çekti bu gençler.

        Görünürde tabu deviriyorlar, ezber bozuyorlardı. Sonuçta büyük şehirlerde yetişen genç- liğin algısında pek önemi yoktu 19 Mayıs’ın; daha çok TRT’dekutlanılan ve yakınımızdan pek kimsenin de dahil olmadığı bir etkinlikti. Dahası devletin gölgesinde bir gençlik bayramı, bizzat gençliğin ruhuna aykırıydı.

        19 Mayıs’ın stadyumlardan çıkarılmasını istiyorlardı güya Genç Siviller. Özellikle 90’lı yıllarda medyadaki liberal rüzgârların da etkisiyle her şeyin sorgulanabileceği, her değerin ayaklar altına alınabileceği, ucuzlaştırılabileceği altyapısından hareket ettiler.

        İLK SİVİL KUTLAMA

        Hafızasız bir toplumda gaza gelmek kolay, tarihi kendileriyle başlatan Türkiye’yi de kendi hayatlarından ibaret sanan bu özel üniversite gençliği, 19 Mayıs’ın çoktan sivilleştiğinin farkında değildi. 1995 yılında Ortaköy Meydanı bir şenlik alanına dönüşmüş, adıyla bile genç olmanın anlamını vurgulayan Bulutsuzluk Özlemi konseriyle binlerce genç üzerlerindeki bulutların kalkması için hep beraber şarkılar söylemişti.

        Birkaç sene önce grubun solisti Nejat Yavaşoğulları’na bu konseri ve kendi 19 Mayıs hatıralarını sormuştum. “Bizim zamanımızda da isteyen stadyuma gider, isteyen gitmezdi” diyordu. “Kızlarla buluşma bahanesi olurdu... Haydarpaşa Liseli erkekler, Çamlıca Kız Lisesi’nden kızlarla görüşürdü bu vesileyle.”

        Aslında 90’lı yıllarda resmibayramlar organik bir şekilde sivilleşmeye başlamıştı, herhangi bir çıkar grubunun gizli amacı ve dayatması olmadan. İlk kez Cumhuriyet Bayramları coşkuyla Taksim Meydanı’nda kutlanmaya başlanmış, TRT’nin ve devlet protokolünün asık suratlı yüzü geri plana itilmiş, herkesin sevdiği sanatçılar coşkunun lokomotifi olmuştu.

        Büyük şehirlerle kırsal kesimin gelişimi paralel ilerlemiyor tabii ki. İstanbul genci için önemli olmayabilir, ama geçmişte de şimdi de Anadolu karanlığına hapsolmuş gençler için güvenli ve özgür bir alan, bir çıkış yoluydu stadyumlar. Birçok genç etraflarındaki tutucu duvarları yıkıp ilk kez stadyumlarda sosyalleşmiş, kızlarla erkekler el ele tutuşarak dans etmiş kendilerine yepyeni bir pencere açılmıştı. Gençliğe önem veren Atatürk’ü anmanın en güzel yolu da buydu: Gençlerin özgürleştirilmesi...

        HASAR TAMİRİ

        Kendilerini gençliğin sözcüsü ilan eden ama aslında gizlice politik bir yol haritası çizen Genç Siviller, stadyumların önemini bilmez mi? Daha üst bir akıl bu cehaletten faydalanmış, gençleri stadyumlardansa örgüt evlerine, FETÖ yurtlarına çekmenin hesabını yapmış, karşılığında da Genç Siviller’e siyasi alan vaat etmişti örgüt. Aynı akıl, gençleri daha sonra kumpas davalarında da kullandı.

        Bugün Genç Siviller diye bir oluşum yok, siyasi hesapları altüst olan üyeleri ya kaçak ya da gözaltında. Kenarından medyaya sızan kalıntıları yavaş yavaş temizleniyor, bir süre sonra bu kötü anıdan kimse bahsetmeyecek.

        Bütün terör örgütleri bir şekilde bitirilir, asıl zorlu olan geride bıraktıkları toplumsal ve psikolojik hasarı onarmak. Gençler 19 Mayıs’ı yeniden kazanabilecek mi?

        TÜRKİYE’NİN GENÇLİK MARŞI

        Üzerinde yeteri kadar yazılıp çizilmedi ve tarihteki hakkı verilmedi ama Bulutsuzluk Özlemi’nin “Sözlerimi Geri Alamam” şarkısının Türk gençlerinin marşı olduğu söylenemez mi? Eşine az rastlanır bir etkisi var bu şarkının. Bir kere eskimiyor, kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

        1995’te Ortaköy Meydanı’nda bu şarkı inliyordu, 2013’te Gezi Parkı’nda da meydana getirilen bir piyanonun etrafında toplanıp gençler bu şarkıyı söyledi.

        Yıllar önce bir müzik eleştirmeniyle sohbet ederken şarkıdaki “Yine aşınca çayın suyu boyunu” dizesinin eğreti durduğunu söylemişti, itiraz edememiştim. Hakikaten de cımbızla çekince ne çayı, ne boyu demek mümkün. Ama şarkının bütününde arada kayboluyor, belli bile olmuyor. Şarkının geniş kitlelerdeki kabulünü düşününce kimseye batmadığını, hatta bir tür kırsal masumiyet olarak algılandığını görmek mümkün.

        DEVRİM SABAHI

        “Sözlerimi Geri Alamam”ın bunca yıldır gençler tarafından benimsenmesinin asıl nedeni bütünü. İçinde hem umutsuzluk var hem umut, hem isyan var hem kabulleniş...

        Bir kere daha şarkının adı isyan; geri adım atmamaya niyetli, “Bir daha geri dönemem” diyor. Bitmek bilmeyen gözyaşından aşırı coşkuya savrulması, bir uçtan diğerine geçiş sadece gençliğin anlayabileceği bir hızda yaşanıyor. Bir yanda mutsuzluk var, bir yanda umutsuzluk. Ama aynı hızda umuda ve mutluluğa da ulaşmayı biliyor.

        Benim için en çarpıcı kısmı belirsizlik ve bu belirsizliği kabullenebilmenin zorunluluğu. Adeta kazanılan devrimin ertesi sabahı yaşanması muhtemel bir iç sorgulama... “Belki yeniden karşıma çıkacaksın” deyip “Neyiz ve nerelerdeyiz, bilemiyoruz şimdi” diye itiraf etmek.

        Oysa bu belirsizliğe rağmen gençliğin bir şekilde yolunu bulduğunu da biliyoruz; çayın suyunu aşıyorlar bir şekilde. Bu yüzden de karamsar değil “Sözlerimi Geri Alamam” ve bunca yıldır da bir umut marşı olarak söyleniyor.

        Diğer Yazılar