Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ergenekon kumpasının henüz ilk adımlarının atıldığı, kimsenin tam olarak ne olduğunu anlamadığı günler. Küçük bir gazetedeki odasında meslektaşıyla sohbet eden gazeteci, bir yandan yeni başlayan operasyonları değerlendiriyor, diğer yandan da gaza gelip kendisinin konuya ne kadar hâkim olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Aynı gazetede yazan meslektaşı söylediklerine kuşkuyla yaklaşınca bu sefer doğrudan ileride gözaltına alınacak isimleri saymaya başladı.

        “Azınlık Raporu”nda suçu işlenmeden tahmin eden kâhinler gibi.

        O gün, Tuncay Özkan ve Vedat Yenerer’in gözaltına alınacağını iddia etti. Bir süre sonra ikisi de Ergenekon’dan tutuklandı.

        Bunlar öngörü değil, belli bir merkezden ona sızdırılan bilgilerdi elbette. O dönem FETÖ, kendi yayın organlarında (diziler dahil) yapılacak operasyonları önceden işaret ediyordu. Mesela Samanyolu TV, insanların tutuklandığı haberlerini daha polis evlerine gitmeden veriyordu.

        Mesleğinin büyük bir bölümünü FETÖ’yle iç içe geçirmiş, FETÖ bülteni yöneten o gazeteciyi de operasyon haberleriyle besliyorlar, her şeyi bilirim havasında dolaşmayı sevdiğinden egosunu okşuyorlardı.

        TESADÜF MÜ?

        Köşesinde İlhan Selçuk’u yazdığı gün, İlhan Selçuk gözaltına alındı. İlginçtir, ilk kez polis ifadesinde ortaya çıkan ve henüz gazetelere yansımayan gelişmeleri bile önceden köşesinde yazar olmuştu. Bir seferinde, satır arasında İlhan Selçuk’a suikast planı yapıldığını ima etmişti. Ne ilginç ki o yazdıktan sonra Cumhuriyet’e bomba atma iddiasıyla tutuklanan Bedirhan Şinal, polisteki ifadesinde 20 bin TL karşılığında İlhan Selçuk’un öldürüleceğini söyledi.

        Bu kadarı tesadüf müydü? Bir süre sonra bilgiler ona değil, başka isimlere akmaya başladı.

        Tam unutulduğunu düşünürken, geçen hafta Sözcü’ye yapılan operasyonun altından da o çıktı. Sözcü’nün sahibinin FETÖ’nün ışık evlerinde yetiştiği iddiasını yıllar önce satır arasında o yazmıştı; gazete defalarca yargıya başvurmasına rağmen bu iddiaların yayılmasını engelleyemedi. Bir-iki kere imayla satır arasında aynı iddiayı tekrarladı gazete. Geçen hafta Sözcü’nün yayın yönetmeni, yaptığı basın toplantısında o gazetecinin bizzat bu iddia yüzünden savcılığa ifade verdiğini açıkladı.

        Tesadüf olmadığı kesin, peki ne?

        BOŞ SAYFA FİKRİNİ BEĞENMEDİM

        Sandy kasırgasının şehrin yarısını karanlık altında bıraktığı, sokakları boşalttığı sene New York’taydım. Hayat durmuş, kıyamet gelmiş gibiydi. O sabah kapıya gazete bırakmadılar. Doğrusu bırakmalarını da beklemiyordum zaten. Pek çok radyo ve dergi işleyemez hale gelmişti.

        Ertesi sabah kapıda iki tane New York Times buldum. Bir gün önce teslim edilmeyen gazete de ertesi günkü baskıyla birlikte gelmişti.

        Binaları kasırga yüzünden geçici olarak kullanılamaz hale gelen yayın organları, başka gazetelerin yazı işlerinde çalışmaya başlamıştı kasırga sırasında. Çünkü bir günü atlamak tarihin akışını da bozmak anlamına geliyordu. Basının görevinin tarihe not düşmek olduğu sorumluluğuyla, ne olursa olsun gazetelerini çıkardılar...

        12 Eylül 2001 sabahında da New Yorklular bir gün önce ülke saldırıya uğramasına karşılık kapılarında gazeteleri buldular.

        Sabah çıkan gazeteler zamanın durmadığının kanıtıdır.

        Sözcü operasyonunun ertesi günü gazete boş sayfalarla çıktı. Gazetenin bu tavrı orantısız bir tepki miydi, diye düşünmeden edemedim. Mağduriyetinde sonuna kadar haklı; uğradığı haksızlığın savunulacak bir tarafı yok. Ama bütün gazeteyi boş sayfalarla çıkarmak darbe dönemlerinde kapatılan, başına çok daha büyük felaketler gelen gazetelerin en son aşamada vermesi gereken bir tepki gibi geliyor bana. Gazete, boş sayfalardansa tarihe not düşmeliydi, ne pahasına olursa olsun yazabildiğini göstermeliydi cümle âleme.

        Türkiye’de basın özgürlüğü ne kadar sorunlu olursa olsun henüz gazetelerin boş sayfayla çıkmasını gerektirecek kadar uçta değil. Bir gün o noktaya umarım gelmeyiz, ama bugün boş sayfayla gazete çıkarmak hem erken bir tepki, hem de teslimiyete de işaret ediyor.

        Ertesi gün mutlaka güneş doğuyor, gazeteler de bir şekilde çıkıyor.

        TÜRKÜLÜ UÇUŞ KÂBUSU

        Epey ilgi toplayan bir video var, son günlerde sıkça paylaşılıyor. Ankara-Diyarbakır uçağındaki devlet korosu sanatçıları birden havada türkü söylemeye başlamışlar, diğer yolcular ve kabin görevlileri de onlara ritim tutarak eşlik etmiş.

        Birkaç dakikalık bir video... Bir yandan eğlenceli bir sürpriz...

        Ama... Uçak yolculuğu tercih etmediğimiz, seçmediğimiz insanlarla paylaşacağımız bir zaman dilimi. Bazen kısa sürüyor, bazen uzun. Kimimiz bir şey okumak, çalışmak, dinlenmek ya da elektronik aygıtlardan kopup kendimizle baş başa kalmak için değerlendiriyoruz bu süreyi.

        Tam gözlerinizi kapattığınız anda uçağın ortasında sesi gür profesyonel bir koronun türküye başladığını düşünün. Sempatiyle mi karşılarsınız, yoksa sinir mi olursunuz? Hiçbir yolcu kendi rızasının dışında türküye ya da herhangi bir başka performansa maruz kalmak zorunda değil zira.

        Hepimiz kendi hayatlarımızı kapıda bırakarak uçağa biniyoruz ve o kısıtlı alanda başkalarının özel alanına saygı duymak zorundayız. Yüksek sesle konuşmamak, hatta koltuğu yatırmamak, bebekleri ağlatmamak, gereksiz yere yerimizden kalkmamak gibi görgü kuralları var. Dahası havayolu şirketleri uçuş tecrübesi bir kâbusa dönüşsün diye ellerinden geleni zaten yapıyor.

        O yüzden türkülü uçuş videosunu beğenerek izlesem de kendimi o yolculukta hayal edince bir kâbusa dönüştü.

        Diğer Yazılar