Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Stil yarışması ünlülerinden Merve Sevin hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama biri Twitter’da “Alexander McQueen acaba yarışmayı kazanacak mı?” yazınca fark ettim. McQueen’in daha önce Nicole Kidman tarafından giyilen bir tasarımını kendine uyarlayıvermiş. Gecekondu çıkmış gibi duruyor, ama Instagram’da “finale bir kala” nasıl da gururla paylaşmış kostümünü.

        Moda dünyası yeraltı operasyonlarındaki taklit üretimiyle mücadele edemiyor, ama göz göre göre televizyon programında nasıl buna göz yumulduğunu önce anlamadım. Sonradan öğrendim ki jüri üyeleri yarışmacıları taklide yönlendiriyormuş, dergilerden gördükleri kıyafetleri uyarlamalarını isteyip çakma kostümleri teşvik ediyorlarmış.

        Toplum da çakmadan rahatsız olmuyor, filizlenmesine izin veriyor zaten.

        Davetlerde Hermes çanta taşıyan zengin kadınların sayısıyla Paris’teki modaevinin ürün çıkarabilme gücünü hesapladığınızda matematik uymuyor mesela. Hermes atölyesi gece gündüz çalışsa Türkiye’dekine yetecek kadar Birkin üretemez, zaten birkaç yıl beklemek gerek orijinalini almak için.

        Gülse Birsel zamanındaarkadaşının zoruyla gittiğini iddia ettiği bir mağazada bir sosyetik “bayan”la nasıl göz göze geldiğini yazmıştı; karşılıklı “Eyvah yakalandık” paniği.

        Daha birkaç sene önce Chanel kumaşların yurtdışından getirilip Türkiye’de diktirildiğini, birçok ünlü Chanel müşterisine bu eteklerin satıldığını yaşamadık mı?

        NURELLA’NIN KURNAZLIĞI

        Türkiye’de kültür çakma. Televizyon izleyicilerinin en zenginleri bile çakma ürünlere razıysa, bizzat işi moda olanların sahteyi teşvik etmesinin çarpıklığı üzerinde durulmuyor tabii.

        Aslının onda biri fiyat vererek taklit ürün almayı ya da semt terzisine “aynısını” diktirmeyi akıllılık zannediyor birçok müşteri. Christophe Decarnin’in Balmain koleksiyonundan çok çarpıcı bir ceketi aynen çalıp Ajda’ya uyarlamasını böyle açıklamıştı Nurella zaten. Türkiye’de şaşaalı ceketler hiç kimseye hayırlı gelmiyor zaten (Titansaadet zincirinin kurucusunu hatırladınız mı), Ajda’nın da “cool kadınlık”tan düşüşü bu ceketti sanki. Aklı küçük kurnazlık olarak gören bu mantık, süperstarlık mertebesinin erişilmesi imkânsız bir hayal satmak olduğunu, bunun yolunun bizzat kostümlerden geçtiğini görmüyor. Herkesin giydiğini giyiyorsa hâlâ süperstar mıdır? Ondan olsa olsa Merve olur.

        Komedyen Aziz Ansari’nin gardırobu hep övülüyor, o da bir keresinde üzerine sadece çok pahalı kıyafetlerin yakıştığını söylemişti hiç espriye vurmadan. Büyük sanat eserlerinin erişilemez fiyat etiketleri gibi şıklığın da ağır bir bedelinin olmasının bir nedeni var; her şey bir yana hak ediyor ve kıyafetler tıpkı sanat eserleri gibi hayatlarımızı güzelleştiriyor, ufkumuzu açıyor, bizi mutlu ediyor, yer yer düşündürüyor bu giysiler. Pahalı bir giysinin özgüvene katkısı bir yana, o yüksek etiket fiyatı hikâyeyi satın alıyor. Rei Kawakubo bizzat gömlek ezberini bozuyor, Alexander McQueen’in iç çatışması dikişine yansıyor. Numarayla renklendirilmiş tablo da duvara asılabilir elbette, ama gerçek bir sanat eserinin yerini hiçbiri tutamaz.

        Merve’nin ya da diğer benzer durumdaki yarışmacıların kıyafeti sadece bir taklit değil, cüret. Haddineymiş gibi, üstelik de yeteneksizce benzerini yaratmaya çalıştığı kıyafet de sadece bedenimizi saran bir kumaş parçası değil, sanat eseri artık.

        Los Angeles’ta mağazasında Rick Owens’ın üstüne oturuyorsunuz soyunma kabininde.

        RİCK OWENS

        Zirveye oturmadan önce eşinin lokantası- nın yanında küçücük atölyesinde tanıdıklara kıyafet yapardı Rick Owens. Eşi Michele Lamy ile karanlığı temsil ediyor, sıradan olanı yerle bir etmeyi, kalıpları sarsmayı sürdürüyorlar.

        Rick Owens’ın podyumunda erkekler önleri (evet o ön) açıkta yürüyor, mankenler insandan oluşan sırt çantası taşıyor, mağazasında Owens’ın kendi heykeli sandalye olarak kullanılıyor.

        Beraber çalıştığımız 2000’lerin başında Elçin Yahşi’nin ondan bahsettiğini hayal meyal hatırlıyorum, ama adı magazine düşmediği için kulak arkası etmiştim. Bu sene başında Los Angeles’a geldiğinde Rick Owens’ın ona 90’lı yıllarda yaptığı çok özel bir parçayı yanında getirdi. O dönemden kalma Rick Owens parçaları antika değerinde, zaten sadece tanıdıklara kıyafet yaptığı için epey sınırlı sayıda. Uzun bir ceketle düğmeleri olmayan bir gömlek arası o süet parçayı incelerken yıllar sonra keşfedilmiş tarihi bir eseri keşfetmiş gibi heyecanlı, zarar vermek için de bir o kadar dikkatliydim.

        Yıllar önce Nişantaşı’nda ünlü bir hazır giyim firmasının sahibi kadın, Elçin Yahşi’yi durdurup bu Rick Owens ceketi nereden aldığını sormuş, taklit edip bir benzerini yapmaları için atölyeye ödünç vermesini rica etmişti hatta. Çakma kütür diye boşuna demiyorum.

        NE MODA NE DEĞİL

        Gençler için geçen sezon demode, bana 2014’te aldığım bir kıyafet hâlâ yeniymiş gibi geliyor.

        “Vintage” sadece ikinci el demek değil; gardırobunuzda sakladığınız kıyafetleri zamanı gelince giymek de bir duruş.

        Bazı kıyafetler zamanından erken alınır, sonra giyilir. Bazı kıyafetler alınır ve hiç giyilmez, sadece bakılır.

        Deri motosiklet ceketinin hiçbir zaman modası geçmeyecek, kot pantolon gibi.

        Bin dolarlık tişört belki abartılı ama 10 dolarlık ile 100 dolarlık arasında hakikaten gözle görülür bir fark var.

        YA SAATİM SAHTEYSE

        Kapalıçarşı’yla ilgili şöyle bir Google’a bakınca bir habere denk geldim... Futbolcuların da alışveriş yaptığı bir yer meğerse taklit saat şebekesinin merkeziymiş...

        Bir anda eski korkularım depreşti. Benim de yolum Kapalıçarşı’ya düşmüştü bir kere. Panerai-Luminor Marina alacaktım ve bir futbolcu arkadaşım beni kendi saatçisine yönlendirmişti, ben de piyasa fiyatından biraz daha ucuza almıştım.

        Ama o günden beri içimde hep bir kuşku var. Her şeyiyle gerçek gibi görünüyor, sertifikası falan da var ama bütün bunlar taklit edilebilir tabii. Bir de bazen olması gerektiğinden daha fazla geri; paranoyam depreşiyor. İçimi rahatlatmak için bir bilene de göstermedim; ya sahte derse...

        iPhone vücudumuzun bir uzantısı olduğundan beri saat de takmıyorum, ama haberi okuyunca eski korkular yine belirdi.

        Ucuzdur vardır illeti işte, keşke futbolcunun sözüne kanıp Kapalıçarşı’ya gitmeseydim. Yıllardır içimi kemiriyor.

        Diğer Yazılar