Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir dönem Basın İlan Kurumu’nun genel müdürlüğünü yapan (şimdi de Habertürk’te yazan) Mehmet Atalay, epey bir zaman önce eskiden olduğu gibi bayram gazetesi çıkarmak için girişimde bulunmuş, medya patronlarıyla görüşmüştü.

        Evet, bu bir “bayram gazetesi” yazısıdır. Tıpkı “Antalya’da aynı anda hem kış hem yaz yaşanıyor” gibi Türk basınının olmazsa olmazıdır. Kimi köşe yazarları her bayram eski bir basın geleneği olan bayram gazetesinden bahseder, birkaç kuşak öncesinden gelenler de “Nerede o eski bayramlar”ı işler.

        İzne çıkmayan köşe yazarları için bu gibi yazılar birkaç gün işten kaytarma anlamına gelir, ama pek çok gazeteci haksız değil bayramı boş geçirme isteğinde. Dijital teknolojilerin gelişmesiyle gazete okunma ölçütü değişti, ama eski kriterle bakıldığında bayramlarda tiraj epey düşüyor.

        Zaten bayram gazetesi de buna karşı bir tedbir, bir göstermelik bayram jesti olarak icat edilmişti. Gazeteler bayramda kapanır, yerine farklı kurumlardan isimlerin pek de içi dolu olmayan yazılarıyla dolu bir bayram gazetesi çıkardı. Çocuklu- ğumda falan bir bayram gazetesi lafı hatırlıyorum, ama hayatımda hiç okudum mu emin değilim.

        Bildiğim tek şey, bayram gazetesinin epey uyduruk bir gazete olduğu, bayramda fazla mesai yapmak isteyen gazetecilere ek ücret ve derneklere gelir sağlamaktan öte bir faydası olmadığı. Kısacası, gazete bile denemezdi bayramda çıkan o yayın organına

        Bayram gazetesi geleneğini Dinç Bilgin bozdu. Keşke basında bozduğu tek şey bu olsaydı,ama bir gün aniden bayram gazetesinin serbest piyasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Sabah’ı çıkarmaya başladı. Rekabet diğerlerini de zorladı.

        ZAYIF İÇERİK

        Bayram gazetesi uyduruktu elbette, ama epey bir süre bayramda çıkan normal gazeteler de içerik olarak pek farklı değildi. Yazarlar tatile çıkar, haber adına pek bir şey sunulmaz, siyasetçilerin nerede bayramlaştığı gibi günü kurtaran haberler iç sayfalarda yer alırdı. Haklı olarak gazete yayın yönetmenleri ses getirecek haberleri bayram sonrasına saklardı.

        Dokuz günlük tatile yayılan bayramlarda kimi gazeteler özel ekler, özel söyleşiler, bayram rehavetine uygun yazı dizileri hazırlardı. Ama bayramda derinlikli bir okumadan söz edilemezdi. Bayrama özel projeler de parfüm gibi uçucu olduğundan unutulmaya mahkûmdu.

        Son birkaç yılda, bu bayram da dahil olmak üzere, gazeteler açısından normal günle bayram arasında bir fark yokmuş gibi gözüküyor bana. Siyaset durmuyor, haber 24 saat sürüyor, her an her şeyin olabileceği olağanüstü hal şartlarında yaşadığımız için medya kuruluşları da daha hazırlıklı.

        Üzerinden 25 sene geçmiş, artık bayram gazetesi çıkmayacak bu kesin. Ama bari bir gün bayram gazetesi geyiğiyle günü kurtarma hakkımız olsun.

        İLK KEZ ÇOĞUNLUKTAYIM

        Hayatımda ilk kez çoğunluğa dahil oldum. Hayatım boyunca beni üye kabul edebilecek hiçbir kulübe katılmamakla övünen biri olarak sevinsem mi üzülsem mi bilemedim...

        Fatih Altaylı’nın yayımladığı Türkiye’de dini değerler araştırmasına göre evinde Kuran bulunanların oranı yüzde 57’ymiş.

        Dindar biri değilim ama kendimi bildim bileli evimde Kuran oldu; sadece aileden gelen bir gelenekten, adeta bir süs eşyası gibi duvarda asılı bir kutsal kitaptan bahsetmiyorum. Farklı mealleri, hatta İngilizce çevirisiyle de okuduğum, incelediğim, yer yer baktığım bir Kuran oldu hep. Sadece Kuran değil, İncil’in King James baskısı de var; bugün İngilizce’de gündelik dilde sık sık kullanılan pek çok tabirin kökeni buraya dayanıyor.

        Çoğunluktayım diyorum ama Türkiye’nin sadece yüzde 57’sinin evinde Kuran olması, oran bakımından şaşırtıcı derecede düşük gözüktü bana. Müslüman bir ülkede gerek inananların gerekse de inanmayanların en azından dini bilmesi yaşadıkları toplumu anlamaları açısından zorunlu halbuki.

        Bu sınırlı orandan yola çıkarak bir varsayım yapmak gerekirse yüzde 57’nin dışında kalan kesim için “Dindar değil” denemez. Ama evlerinde Kuran olmayanlar dini bildiğini, kulaktan dolma bilgilerin, okulda öğrendiklerinin falan yettiğini düşünürler büyük ihtimalle.

        BAYRAMDA İZLEMEK İÇİN

        Girls: Tıpkı hafifçe ilham aldığı “Sex and the City” gibi son sezonu en iyi sezonuydu. Bugüne kadar hiçbir bölümünü izlemediyseniz ilk sezonlarını nefret ederek sonradansa alışarak izleyebilirsiniz. Her bölüm 20 küsur dakika olduğundan bir gün arka arkaya son sezonunu bitirmek mümkün. Artık hiç- bir diziyi haftada bir bölüm izleyemiyorum, mutlaka bekletiyorum. Özellikle “bottle episode” denen ve dizinin ana karakterlerinin yer almadığı, genel akış- tan bağımsız iki bölüm için izlemeye değer.

        The Americans: Hemen herkes son yılların en iyi dizisi olduğunu söylüyor, ama beş sezon geçmesine rağmen hâlâ başlayamadım. Acaba yaz tatili bu diziye başlamak için vesile olabilir mi? Amerikalı kılığında görev yapan Rus casusların hikâyesi, Soğuk Savaş yıllarının paranoyak ruhuna uygun bir anlatımla dizileştirildi. Aslında birikmiş çok bölümünün olması malzemesinin tükenmeyecek olması açısından da iyi.

        Silicon Valley: Bu diziyi önermek bile saçma geliyor, zira duymayan kalmadı sanıyorum. Ama Silikon Vadisi’nin kültürünü bu kadar ayrıntılı ve aslına uygun anlatan bir yapım daha olamaz. Bütün dev teknoloji şirketlerinde çalışanlar bağımlısı zaten. Tek itirazları: Dizideki yüz yüze iletişimin gerçekçi olmadığı, çünkü Vadi insanları sadece yazışarak konuşuyor, birbirleriyle pek buluşmuyor. Tabii böyle yapsalar dizi yerine ekranda sadece metin yer alırdı. Bugünkü sezon finali “Silicon Valley”nin en popüler karakteri Erlich Bachman’ın da vedası, bir daha hiçbir şey aynı olmayacak.

        Diğer Yazılar