Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Ahmet Altan’ın savunmasını hayretler içerisinde okudum. Dev egosu sürpriz değil elbette, ama 15 Temmuz sürecini kavrayamamasına asıl şaşırdım. Hâlâ bu davalardan kahramanlık kapma peşinde. Elbette dilediği gibi meydan okuyabilir; süreçten tarihe geçecek bir filozof olarak çıkmayı hayal ediyordur belki de. Ama anlamadığı, kendisi ve arkadaşlarının, yani bunca sene Türk entelektüel hayatının üzerine heyula olarak çökmüş liberal ağırlığının döneminin kapandığı.

        15 Temmuz sadece bir darbe girişiminin engellenmesi değil, mevcut sistemin bütün olanaklarını kullanarak kendisini ayakta tutma çabasının başarılı oluşuydu.

        Doğal sonucu, darbe girişiminin ve örgütün ideolojik altyapısının da çürüğe çıkması, Ahmet Altan gibi ideologların iflası oldu.

        Bir süredir FETÖ’nün en kritik elemanları ve örgütle organik bağı olan isimler ile örgütle ortaklıkları daha çok entelektüel düzeyle sınırlı isimleri düşünüyorum.

        YANLIŞ TEZLER

        Meseleye sistemin kendini koruma refleksi olarak baktığımızda, ideologların gündelik elemanlardan daha fazla önem teşkil ettiği anlaşılıyor. Sonuçta Ekrem Dumanlı’sından Zekeriya Öz’e, kaçak FETÖ’cülerin hiçbiri irade sahibi, tek başlarına düşünebilme ve karar verebilme yeteneği olan bireyler değil. Hepsi örgütün paralı askeri ve bir şarlatanın emir eri. Emir eri olmak terör suçunu hafifletmiyor, ama bir entelektüel ağırlıkları yok.

        Halbuki Türkiye yıllarca Şahin Alpay’ların, Mehmet Altan’ların Batı’dan ithal edip uyarladıkları yanlış tezlerini tartıştı, bir Ekrem Dumanlı’nın ise hiçbir zaman entelektüel katkısı olmadı.

        Herhangi bir alanda olduğu gibi bir örgüte meşruiyet kazandırma bakımından da teorisyen, pratisyene kıyasla daha az ve öz yetişiyor. 15 Temmuz entelektüel bir tartışma değil, silahla rejim değiştirme girişimiydi oysa. Ama üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra anlaşılacak ki darbenin engellenmesi, Cumhuriyet’in geri kazanılması, rejimin kendini en azından bir süre daha garanti altına almasıydı.

        SİSTEMİN REFLEKSİ

        Tarihsel bir dönemeçte başarıya ulaşan devrim veya karşı devrimler, refleks olarak önce kendi aleyhindeki mekanizmaları otomatik olarak ortadan kaldırır. Dünyadaki örneklerde olduğu gibi bu bodoslama gelişen bir süreçtir ve taşlar yerine oturana kadar kaos kaçınılmazdır. FETÖ mağduru liberaller sadece “collateral damage” yani yan hasar değil, sistemin kendi varlığını sürdürebilmesi için elenmesi gereken bir salgındı. Bir başka sistem galip gelseydi hedef alacağı isimler de farklı olacaktı; nitekim aslında bir anlamda 15 Temmuz’un habercisi olan Ergenekon soruşturmasında Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediği vurgusu yapılıyordu FETÖ tarafından.

        Metaforlarla konuşmanın oluşturduğu riskin farkındayım. Konuya adli bir vaka ya da siyasi bir tartışma olarak değil de bir sistem meselesi olarak, biraz uzaktan (mesela 10 yıl sonrasından) bakıldığında, sistemin büyük bir şok karşısında kaçınılmaz olarak en ağır tepkiyi verip teorik altyapıyı çökerttiği anlaşılıyor.

        Ancak Cumhuriyet’e sahip çıkmak, birkaç cephede birden yürütülen bir savaş. Geçmiş hesaplaşmalar yerine şimdi yeni tehditlerin nasıl savrulacağına konsantre olmak da eskilerin deyimiyle ivedinin ivedisi.

        15 Temmuz’un birinci yıldönümü yaklaşırken darbe girişiminin pek tartışılmayan entelektüel sonuçlarını yazmaya devam etme niyetindeyim.

        MADEM DUVARA KARŞI

        KEMAL Kılıçdaroğlu’nun geçenlerde Ahmet Hakan’a söylediği, “Duvara karşı yürüdüğümüzü bile bile yürümeye devam ediyoruz” sözlerinde haklılık payı var, ama tipik bir KK çaresizliğinin de özeti.

        Demokrasilerde çarelerin tükenmediğini çok iyi öğrenmesi gereken Kılıçdaroğlu neden illa tek bir yöne (mecazi de olsa) yürümek zorunda olduğunu düşünüyor? Neden ısrarla kafasında tek bir seçenek var.

        Halbuki gündelik hayatta olduğu gibi siyasette de öndeki duvarlar aşılmaya uygundur her zaman. Eğer elinizde yeteri kadar kuvvetiniz varsa tıpkı Berlin Duvarı gibi yıkarsınız. Eğer yıkılmıyorsa yönünüzü değiştirirsiniz ya da olduğunuz yerde sayarak bile bir farklılık, bir değişiklik yapmaya çalışırsınız.

        Tam CHP’nin yeni ve somut bir Türkiye vizyonu açıklayacağı günler halbuki.

        İşte CHP Lideri’nde eksik olan bu. Gündemin peşine takılmak, inadına o duvara karşı kaybedeceğini bile bile yürümek. Halbuki şu fırsatı yeni bir hikâye yaratmak, siyasetin yönünü değiştirmek için kullansaydı ya... Yürünecek tek bir yol yok ki... Hedef değiştirmek, yeni bir yön bulmak da usta siyasetçinin görevi. Benim gördüğüm ise CHP’nin alışılagelmiş çaresizliği.

        Bugün medyanın gazına bakmayın, 9 Temmuz’dan sonra birkaç gün içinde unutulacak CHP.

        RIHANNA’NIN TÜRKİYE BAĞLANTISI

        RIHANNA’nın yeni sevgilisi Hasan Jameel’in dünyanın en büyük Toyota bayilerinden birinin veliahtı olduğu biliniyor. Ama ekonomi sayfalarının işini ben yapacağım ve müstakbel damadın Türkiye bağlantısını da söyleyeceğim.

        Jameel’in aile şirketi ALJ (Abdul Latif Jameel Co. Ltd.) dünyanın 30 farklı ülkesinde faaliyet gösteriyor, bunlardan biri de Türkiye. Bizdeki iş alanları finans, kredi hizmet sunuyor müşterilerine.

        Jameel’in (sahi Hasan Cemil yazmak daha mı doğru acaba) Türkiye’de de iş yaptığı birçok yabancı gazetede yazıldı. Bir tek Türkiye’deki gazetelerde rastlamadım bu bilgiye.

        Oysa şirketin Türkçe web sitesi bile var.

        Diğer Yazılar