Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNKÜ Guardian’da İstanbul’da yaşayan Amerikalı gazeteci Suzy Hansen’in bu ay çıkacak yeni kitabından uzun bir bölüm vardı. Hansen daha önce hiçbir şey bilmediği ve burs alarak geldiği İstanbul’da bir Amerikalı olarak nasıl algılandığını yazıyor. En eğitimlilerden bile kendisinin casus olabileceğini duyuyor. Türklerin komplo teorilerine nasıl düşkün olduğunu yazıyor, Amerika’nın Türkiye’yi kendi kafasına göre tasarladığını ve bu yönde darbeler yaptığını dinlediğini anlatıyor. Hatta en eğitimliler 11 Eylül’ün bir Amerikan işi olduğunu anlatıyor ona.

        Hayatın akışı ne ilginç, bugün kritik konumdaki birçok Amerikalıdan Türkiye’ye yönelik komplo teorilerini duymak mümkün. Özellikle 15 Temmuz’la ilgili çıplak gözle bile görünebilecek, daha sonra iddianamelerde de yer alan onca delile rağmen Batı basını tam olarak ikna olmuyor. En eğitimli Türkler bile nasıl 11 Eylül’ün Amerikan işi olduğuna ikna olmuşsa, 15 Temmuz’la ilgili medya, akademi ve siyaset dünyasından pek çok tarafsız kişiden soru işaretleri duyuyorum.

        Dahası, Batı dünyasında toplamdaki Türk algısı da olumsuz yönde değişiyor. Unutmayalım ki algı çoğu zaman gerçeğin yerine geçer.

        PARLAYAN YILDIZ

        Türkiye’nin yerinin, stratejik öneminin dünya siyasetinde oynayabileceği rol ilk defa 2000’lerin ortasında fark edilmeye başlandı. Tam da 11 Eylül’den sonra bütün paradigmaları sarsılan dünyada muhafazakâr bir partinin göreve gelmesi, Avrupa Birliği yönünde reformlar yapması, Kürtlere özgürlüklerin yolunu açması, İslam algısının El Kaide’yle eşitlendiği bir dünyada Türkiye’yi “model ülke” olarak parlattı. Ekonomik ilerleme, hızlı büyüme, yatırım olanakları da Türkiye’nin yüzünü parlattı. Haritada ülkemizin yerini gösteremeyen Amerikalılar birden “Türkiye yatırım için çok iyiymiş” diye konuşmaya başladı. Yeni oteller, lokantalar açıldı, THY de NY seferlerini günde üçe çıkardı.

        Sağlam ekonomiyle beraber Batı basınında sık sık model ülke algısı işleniyordu. Erdoğan’ın Türkiye’si bütün dünyaya örnek olabilirdi, dahası dünyanın buna o dönem ihtiyacı vardı. Şimdi olduğu gibi.

        ÖZGÜRLÜKLERİN YOLU

        Epey bir zamandır “ılımlı” gitti, bir tek İslam kaldı Türkiye algısında. Eskiden Türkiye hakkında haber bile yapmayan gazeteler hemen her gün iç tartışmaları geniş geniş duyuruyor: Evrim gidiyor, cihat geliyor. Ahmet Hakan-Nuray Mert ne kadar yumuşatmaya çalışırsa çalışsın, cihat kelimesinin Batı’daki olumsuz çağrışımı algıyı şekillendiriyor.

        Sanıklara giydirilen tek tip kıyafetten haksız mağduriyetlere, milletvekillerinin hapsedilmesi, insan hakkı ilanları, hapse atılan öğretmenler gibi haberler de Türkiye’nin lehine işlemiyor. Tatilini Türkiye’de geçiren Kai Diekmann’ın, sırf onunla tatil yaptığı için dünyada sergiler açan sanatçı Ahmet Güneştekin’in hedef gösterilmesi de. İtalyan lisansıyla Türkiye’de üretilen arabaların yakıldığı, Türk buğdayından üretilen makarnanın boykot edildiği absürt yılları hatırlatıyor.

        Halbuki darbe girişimini püskürten bir iktidarın özgürlüklerin önünü açmasının tarihi bir önemi de var. Yıllar içinde büyük emekle inşa edilen model ülke algısını yeniden kazanmak sırf gösteriş için değil, Türkiye’nin hem yakın hem uzun dönem çıkarları açısından hayati.

        **************

        ABD NEDEN GÜLEN’İ BESLİYOR?

        BİR süredir özellikle iktidara yakın kimi yazarlar ABD’nin neden Fethullah Gülen’i kabul ettiğini sorguluyor, doğrudan CIA iması da yaparak. Haklı olarak neden hâlâ Kırık Hoca’yı tuttuklarını da merak ediyorlar.

        İlk sorunun yanıtı basit; 11 Eylül sonrası dünyada “ılımlı İslam” için bir yüze ihtiyaçları vardı. Okullar, uyduruk şiir yarışmaları, kültürel vakıflarla falan Batı’yı ikna ettiler. Özünde ne ılımlı ne de İslam olan bu hareket kendini herkesin kullanımına açtığı için kabul gördü. Bir propaganda taktiğiydi sonuçta, karşılığını buldu.

        Diğer sorunun yanıtı biraz daha karmaşık.

        FETÖ’yle mücadelede yeni bir evreye giriliyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu yapılaşmanın uluslararası bağının incelenmesi talimatını verdi geçtiğimiz günlerde.

        Özellikle ABD içinde FETÖ’nün devletin içine sızan bir yapı olduğunu Türkiye üzerine çalışanlar elbette biliyor. Darbe içindeki rolü de tartışılmaz, ama medya tarafından şekillenen ve zaten sınırlı olan kamuoyu Türkiye’ye kuşkuyla bakıyor. Nasıl Türklerin pek çoğu 9/11’le ilgili komplo teorilerine inanıyorsa 15 Temmuz’la ilgili Batı basını bir türlü ikna olmuyor. Üstelik onca delile, FETÖ’nün dahlinin inkâr edilemez izine rağmen.

        Burada kritik olan şu: Türkiye’de mağduriyetler artıp model ülke olmaktan uzaklaştıkça terör örgütünün oluşturduğu diaspora “Gerçek ılımlı biziz” diyor, Batı’nın duymak istediklerini söylüyor ve en usta olduğu konuda yol alıyor, ikna operasyonunda.

        **************

        UZUN YAZININ İTİBARI

        SUZY Hansen’ın Guardian’da yayımlanan yazısı, basılı gazetede tam üç sayfayı kaplıyor. Sayfa boyutları aşağı yukarı Habertürk kadar, düşünün işte.

        Benim gibi uzun yazı okuma (ve yazma) meraklıları için armağan. Üstelik gazete bunu özel bir günde değil, hemen her gün yapıyor. Uzun yazı için özel bölümleri var günlük gazetede.

        Türkiye’de sürekli kısa yazmak, ara başlık koymak, hatta yazıları maddelerle ayırma hastalığına kapıldık. Bu yüzden de okuma meraklılarını ihmal edip hap yazılara teslim olduk. Gazeteler içinde ayrıştırılmış birer ada olan ekler bile bu hastalıktan kendilerini koruyamıyor çoğu zaman.

        Bir istisna hariç...

        HT PAZAR’A DİKKAT

        Habertürk’ün Pazar eki, yazının itibarını ayakta tutmakta inat ediyor. Ciddi ciddi bir direnç bu. Pek çok kişinin görmediği konular buluyor, büyütüyorlar. İki sayfaya yayıyorlar, öyle maddelere ayırma gereği duymadan, “Okunur mu?” korkusu yaşamadan uzun yazıyı basıyorlar.

        Hayvanat bahçelerindeki bakıcılardan tutun da cinayet mahallini temizleyenlere kadar hiç aklımıza gelmeyen insanların hikâyeleri var sayfalarda. Bir dönem birlikte çalıştığımız Ekin Türkantos, “Binalarda gürültü yönetmeliği” gibi çok sıkıcı görünen bir yasal değişiklikten müthiş bir hikâye çıkarmıştı mesela. Diğer yazılar da en az o kadar iyi. Dileğim, daha fazla uzun yazıya yer vermeleri, ilginç insan öykülerine devam etmeleri. Hatta birinci tekil şahısta yazılara da yer vermeleri. Bir kadının göğüs kanseriyle tecrübesi, bir şehirden taşınma macerası, ilaç bağımlılığı gibi... ABD basınında bu gibi şahsi anlatımlardan büyük denemeler çıktı.

        Diğer Yazılar