Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YİNE Nazlı Ilıcak’ı şahsen tanıyan, Ahmet Turan Alkan ve Şahin Alpay’a yaşından dolayı sempati duyanlar var. Ama Altan kardeşler düşmüş, ağlayanları yok. İki kardeşin egosunu hiçbir şey sarsamıyor ve başkaları serbest kalabilmek için nasıl pişman olduklarını açıklamaya çalışırken onlar içeriden meydan okumaya devam ediyor. Emir erleri Mehmet Baransu gibi ikisi de adeta unutuldu. Nasıl bir nefret kazandılarsa, ilke adına bile onların serbestliğini savunan yok.

        Tam da bu yüzden bir durup düşünmek gerekmiyor mu?

        Ortada bir suç varsa bir suça alet olanlar var, bir de bizzat suç mekanizmasının önemli aşamalarında gönüllü olarak yer edenler. İki grubu birbirinden ayrıştırmak gerekiyor.

        Bugün hapisteki tutuklu gazeteciler meselesinin kritik noktası bu. Yargıdan beklenen kandırılanla kandıran arasındaki farkı gözetmesi ve varsa eğer, gereksiz mağduriyetlere son vermesi.

        BELGELERE İNANDI

        Bu açıdan Nazlı Ilıcak’ı bir suç mekanizmasının karar vericisi, organik bir parçası olarak görmek mümkün değil. Nitekim, dün kendi savunmasında da dediği gibi üç aydır somut bir delil bekliyor.

        Nazlı Ilıcak’ın tek bir suçu var, mesleki kariyeri boyunca hep ama hep yanlış pozisyon alması. Bu da mahkemelerin yetki alanına girmiyor; tartışması medya koridorlarında yapılır. Tıpkı Cumhuriyet’in değişen yayın çizgisi gibi.

        Ilıcak’ın Ergenekon ve Balyoz davalarında televizyon ekranlarında canla başla FETÖ yalanlarını savunması, elindeki belgeleri sorgusuzca kabullenmesinden dolayı. Bir konuda hakkını yiyemeyiz: Ne söylediyse bir yere dayandırarak, dersini çalışarak, kanıtını göstererek tartıştı.

        Sorun Ilıcak’ın elindeki belgelerin sahte oluşuydu. Sorgusuz sualsiz kabul etmesini, şaibeli savcı ve polis müdürlerine sırf resmi konumlarından dolayı körü körüne inanmasını da tartışabiliriz. Ama bütün bunlar suç değil, olsa olsa kötü gazetecilik olur. Kendisi o kadar öngörüsüz ki, göz göre göre gelen tutukluluğuna bile ihtimal vermiyor, kendisini uyaranlarla dalga geçiyordu.

        Yargıdan beklenen bu sahte belgelerin nasıl üretildiğini, şebekenin kimlerle işbirliği yapıp Nazlı Ilıcak ve benzerleri de yakan bu yalanları dolaşıma soktuğunu ortaya çıkarması.

        GAZETECİLERİN ROLÜ

        Bu şebekede gazeteci kılığındaki birtakım örgüt elemanlarının da yer aldığı tartışmasız. Bunun en temel kanıtı FETÖ’cü savcıların iddianameleri ile FETÖ’cü gazetelerdeki haber metinlerinin bazen kelimesi kelimesine örtüşmesi. Bazen yargıdan önce FETÖ’cü dizi ve televizyon haberlerinde “gelecekte olacakların” haber verilmesi. Birçok duruşmada daha mahkeme açıklamadan FETÖ’cü kanallar tutuklamaya devam kararını duyurmuştu.

        Kopyala-yapıştır türüyle bir merkezden üretildiği belli olan haberler birkaç gazetede birden ifade bozuklukları ve harf hatalarıyla aynen kullanıldı. Baransu’ya belgeleri getiren FETÖ’cü “gazeteciler” ise çoktan kaçtı.

        Bakılması gereken yer burası, yoksa Nazlı Ilıcak’la uğraşmanın ne ülkeye ne soruşturmaya bir katkısı var.

        BU yazın ortasında Nazlı Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü. Oğul Ilıcak, “Annemin yaptıkları yüzünden beni cezalandırmadı, ona olan öfkesini benden çıkarmadı, aksine her zamanki sıcaklığıyla yaklaştı” diye duyurdu görüşmeyi.

        Mehmet Ali Ilıcak ilk günden beri büyük bir Erdoğan hayranı. Beykoz Konakları’ndaki evinin salonundaki büfede çerçeve içinde özenle yerleştirilmiş Erdoğan resimleri bulunuyor. Eşi Meyra’yla evlenirken de Erdoğan şahitti. Ama bu yaz yapılan görüşme sıradan bir hasret giderme değildi. Basın nedense üzerinde durmadı, ama Mehmet Ali Ilıcak yıllarca kavga ettiği, bir darılıp bir barıştığı annesi için Erdoğan’dan randevu istemişti. Annesinin pişman olduğunu, yaşını, sağlık durumunu ve bu davada haksız yere yattığını anlatmak için Erdoğan’a gitti. Ne kadarını anlattı, ne kadarı karşılık buldu bilmiyoruz...

        **************

        #EMMY

        DEVRİM TAMAMLANMIŞTIR

        SONUNDA yerleşik düzenin dijital dünyaya savaşı son buldu ve Emmy Ödülleri’nde ilk kez geleneksel televizyon kanalları mağlup ayrıldı. “Streaming” hizmeti veren ve kabaca internet televizyonu diyebileceğimiz Hulu’nun “The Handmaid’s Tale” dizisi en iyi drama ödülünü götürdü. HBO yıllardır kablolu televizyon sisteminde var ama geçtiğimiz günlerde kendi abonelik sistemini getirerek Hulu ve Netflix’e rakip oldu. Aboneliği arttı ve yine birçok ödül topladı. Netflix ödülleri “Master of None”, “The Crown” ve “Black Mirror” sayesinde topladı.

        Kazananların listesine baktım HBO, Netflix ve Hulu’nun belirgin bir ağırlığı var.

        Bu seneki ödüller bildiğimiz anlamda televizyonculuğun ömrünü tamamen kapattığının kanıtı.

        Orijinal bir tespit değil yaptığım, malumun ilamı. Ama bir kez daha altını çizeyim istedim.

        **************

        HÂLÂ İZLEMEDİYSENİZ

        ATLANTA: Belki de son 10 yılda yazılmış en iyi dizi. Her bölümü kısa film gibi, ama referansları ve kodları anlamak için belli bir kültürel kapital gerekiyor. Türkiye’ye epey yabancı gelebilir. İçine girmesi zor ama alışınca bağımlısı yapan mükemmel bir senaryo. Ezoterik ve alaycı ama her şeyden önce çok ama çok zeki.

        VEEP: Beyaz Saray’ın etrafında geçen bu dizinin tek kusuru Washington’ı alaya alırken gerçeğe fazla yaklaşması. Sahiden ülkeyi (ve dolaylı olarak dünyayı) yöneten politikacılar bu kadar beceriksiz ve salak olabilir mi? Ya gerçekten öylelerse... Trump döneminde daha da kıymete bindi dizi.

        Diğer Yazılar