Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ASLINDA dünyanın en kötü salonlarından biriydi. Yeraltında olduğundan filmin ortasından sürekli tren geçtiğini düşünürdünüz, çünkü metronun sesi yankılanırdı her salonunda. Koltuklar deseniz özellikle rahatsız olsun diye tasarlanmış gibiydi, bacak mesafesi falan yok gibi. Perde deseniz evdeki televizyondan biraz büyük. Hatta kimi evlerdekinden daha küçük.

        Ama yine de orada kendimi bir Woody Allen filminde zannederdim yaşlı sinema seyircisinin arasında. Zaten, Woody Allen’ın filmlerini hâlâ gösteren bir-iki salondan da biriydi. Ve artık yok.

        ABD’NİN EMEK’İ

        Tıpkı Emek Sineması gibi New York’taki Lincoln Plaza sinemaları da kapılarını kapattı ve tıpkı Türk entelektüellerinde olduğu gibi New York’ta da ufak çaplı bir yas yaşanıyor. Ne yalan söyleyeyim, son yıllarında Emek’te film izlemek de zevk değil, işkenceye dönüşmüştü.

        Lincoln Plaza’nın mal sahibi, sinemanın kira sözleşmesini yenilemedi. Yerine yeni bir salon yapılacağı söyleniyor, ama eski işletmecilere mi verecek yoksa dev bir zincir mi yerleşecek bilinmiyor. Entelektüel isyanın başını ünlü belgeselci Michael Moore çekiyor ve salonun kapitalizme yenik düştüğünü söylüyor.

        Sinemanın kapanmasıyla ilgili verdiği bir söyleşide işletmeci Toby Talbot, şöyle diyordu: “Burası bizim için hep keşifti. Yeni bir şey görecek miyiz? Yeni bir Türk yönetmen bulur muyuz?”

        İşin acı tarafı, Türkiye’de bile yeni bir Türk yönetmen bulmak pek mümkün değil.

        “Kelebek” filmi Sundance’de ödül almasa birçoğumuz adını bile duymayacaktık. Türk sinemasından böyle birçok film yıllardır kendi ülkesinde bile salon bulamıyor, bırakın dışa açılmayı. İşte New York’taki Lincoln Plaza gibi dökülen sinemaların topluma böyle kültürel katkıları vardı. Bu yüzden Beyoğlu Sineması’nı ayakta tutmak için sinemaseverlerin canla başla çalışması alkışı hak ediyor.

        TARİHE KARIŞIYOR

        Öte yandan, hiçbir ticari işletme sonsuza kadar sürecek diye bir kural yok. Değişen alışkanlıklarla kapanan sinemaların kültürel hayatımızda yarattığı erozyon yerine başka bir çözüm bulmamız gerekiyor. Her ne kadar çabalansa da uzun vadede bağımsız salonlar tamamen tarihe karışacak gibi görünüyor.

        Sinema salonları Türkiye’de Şahan Gökbakar’ın, ABD’de Disney’in emrindeyse bu küçük yapımcıları ürkütmemeli. Bu seneki Oscar adayları da gösterdi ki Netflix gibi platformların filmleri geleneksel ödül çevrelerinde de artık kabul görüyor.

        Bir süre sonra filmlerin salonlarda vizyona girme şartı da tartışmaya açılacaktır. Kültürel ürünün tüketiciye ulaşmasının altın çağını yaşıyoruz sonuçta. Karşılığında bir filmi toplu izleme tecrübesinden feragat ediyoruz belki. Ama tek tıkla bağımsız bir filme evde ulaşmak, hazırlanıp salona gitmekten, rahatsız koltuklarda oturmaktan çok daha pratik. Türk sinemacı için de dünyaya açılmak için tarihte daha iyi bir dönem hiç olmamıştı.

        “Sinemamı istiyorum” isyanı bir nostaljik unsur olarak belki anlamlı, ama sürdürülebilir değil.

        ***********

        #DüzeltmeServisi

        SUNDANCE’DEKİ ÖDÜL

        BİRÇOK yerde “Kelebekler” filminin Sundance’de en iyi film ödülünü aldığı söylendi. Haberi filmin yönetmeni böyle duyurdu, herkesi yanılttı. Festivalin en önemli ödülü “en iyi film” dalında değil, uluslararası filmler arasında “en iyi film” ödülünü aldı “Kelebekler”. Az başarı değil elbette. Ama abartmaya, olduğundan daha farklı göstermeye ne gerek var?

        ***********

        SAVAŞIN TADI

        DÜN, Gülse Birsel köşesinde Afrin’de görev yapan gazetecilerden bahsediyor:

        “O gazeteciler muhtemelen adrenalinli saatler, günler yaşıyor, kafalarının üzerinden kurşunlar geçiyor.

        Ama eminim korkudan daha büyük bir heves ve enerjiyle haberleri aktarmak için bilgisayarlarının, kameraların karşısına geçiyorlar.

        Ve eminim meslekte yaşadıkları en unutulmaz dönemlerden birini yaşıyorlar. Hepsine kolaylıklar, teşekkürler... Dikkatli olun ve tadını çıkarın.”

        Türk basınında çok şuursuzluk gördüm de bugüne kadar her ne sebeple olursa olsun savaşa gidenlere “Tadını çıkarın” denildiğine rastlamamıştım.

        ***********

        YALÇIN KÜÇÜK BU SEFER YANILIYOR

        YALÇIN Küçük pek çok ulusalcı gibi CHP’de Ümit Kocasakal’ın liderliğine olumlu bakıyor ama bir çekincesi var. Kocasakal’ın Kürtlerle ilgili milliyetçi söylemden uzaklaşması gerektiğini söylüyor.

        Öngörüleriyle övünen ve çoğu zaman da haklı çıkan Yalçın Küçük bu sefer “zeitgeist”ı okuyamıyor mu acaba?

        Her ne kadar kâğıt üstünde solcu görünen bir partiye aday olsa da Kocasakal dünya siyasetindeki aşırı sağ rüzgârların yan ürünü. Bu siyasette Kürtlere ya da başka azınlıklara karşı kapsayıcı bir söyleme yer yok. Aksine bu yeni siyaset adeta 12 Eylül zihniyeti gibi egemen ve baskın ırkın dışında kim varsa reddetmeye programlı.

        IRKÇI PARTİ

        Geçtiğimiz günlerde küçücük bir haber vardı. Adı ve söylemiyle ilk ırkçı siyasi parti resmen kuruldu Türkiye’de. “Dünyada yükselen dalga bizi de vuracak mı?” sorusunun kimi göstergeleri mevcut. Kocasakal bu trendin ana akıma geçmiş hali. Bir sonraki aşama “trenlere doldurma” vaadiyle siyaset sahnesine çıkabilecek demagoglar.

        Bu arada, isim takma uzmanı Yalçın Küçük’ün Canan Kaftancıoğlu’na “Düttürü Leyla” demesine çok güldüm.

        ***********

        NUSRET’E HUZUR YOK

        ANLAŞILDI, Nusret’e New York’ta rahat yok. Şimdi de eti eldivensiz elleriyle kesmesinin New York şehri sağlık yürürlüğünün 81. maddesini çiğnediği ortaya çıktı. New York’ta aşçıların tüketilmeye hazır, yani pişirilmesi tamamlanmış yiyeceklere çıplak elle dokunmaları yasak.

        Nusret’in ihlal ettiği bir kural da şeflerin nikâh yüzüğü dışında herhangi bir mücevher takmamaları gerektiği. Kolundaki pahalı saat de bir kural ihlali.

        ÖZKÖK’E HATIRLATMA

        Ertuğrul Özkök, yabancı gazetecilerin tıpkı Nusret gibi zamanında ünlü şef Alain Ducasse’ı da ağır fiyat politikası yüzünden eleştirdiğini yazmış. Doğru, ama Alain Ducasse astronomik lokantasını kapatıp New York’tan gitmek zorunda kaldı. Geri döndüğünde ise o iddiasından eser kalmayan makul bir bistro açtı.

        Diğer Yazılar