Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        - CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın dün açıkladığı seçim konuşması, ton ve hissiyat olarak “helalleşme” temalı balkon konuşmasını andırıyordu. Özellikle özgürlükler, kuvvetler ayrılığı, adalet ve demokrasi vurguları, bu konularda hassasiyet sahibi olanların endişelerini gidermeye yönelikti.

        - Mesele şu: Türkiye ağır bir süreçten geçti, yaraları sarmak vakit alıyor. Erdoğan manifestosunda taşların yerine oturması gerektiğini, Türkiye’nin toparlanma sürecine gireceğini açıkladı. Bu, her kesim için çok sevinçli bir haber, bir vaatten de öte. Aynı zamanda haksız mağduriyetlerin yeni dönemde ortadan kalkacağına dair de bir teminat olarak yorumlanabilir.

        - Manifestonun bir diğer adresi Türkiye’deki felaket tüccarlarıydı. Hâlâ liberallerin başını çektiği Gül’cü koro, “Türkiye’yi felaket bekliyor, her şey çok kötü, daha da zorlaşacak” diye topluma korku yayıyor. Hayatları boyunca devlet yönetmedikleri için bu işlerin ne kadar zor ve bunun bir süreç olduğunu anlamakta zorlanıyorlar. Hâlâ FETÖ operasyonları yapılıyor oysa, çünkü tehlike geçmedi. Ama “OHAL sürüyor” diyerek hem tehlikeyi anlamadıklarını hem de mücadelenin nasıl yürütüleceğini kavramadıklarını gösteriyorlar.

        - Konuşmanın en çarpıcı kısmı Erdoğan’ın rakiplerine karşı en önemli avantajını vurgulamasıydı: Devlet tecrübesi. “Eski değil, tecrübeli” olarak bu cephaneyle giriyor seçime, bu yüzden de ekonomik büyüme ve gelişme gibi geçmişte yaptıklarını gelecekte yapacaklarının altyapısı olarak sunuyor.

        - Milli söyleme dikkat: Türkiye üzerine son yıllarda oynanan oyunlar, 15 Temmuz darbe girişimi, İstiklal Marşı’na gönderme, devlet değil millet vurgusu sadece “ittifak” seçmenine değil yurtsever cepheye bir mesaj. Üstelik satır arasında değil, net bir şekilde. Özellikle Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün altını çizmesi dikkate değer. Aşırı milliyetçi seçmeni memnun edecek tonda cümleler de vardı ama daha çok ortalama milliyetçiliğe, yani daha geniş bir kesime hitap etti bu mesajlarla.

        - Dünyaya mesaj: Türkiye’nin bundan böyle bağımsız dış politikası olacak, herkes de bunu kabul edecek. “Geçmiş hükümetler” diye başladığı eleştirilerindeki dış politikadaki tedirginlik ve korkaklık konusunda haklı. Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki Atatürk’ten sonra dışarıya bağımlı bir devlete dönüştü. Erdoğan, “One minute” hatırlatmasıyla ülkenin makus talihini değiştirdiğinin altını çiziyor. Ancak dış dünya, özellikle de Batı bağımsız Türkiye’ye bedel ödetmeye niyetli. Ancak geri adım atılmayacağı mesajının adresi Batı.

        - Türkiye’nin kendi silahını üretmesi, Mehmetçik’in yeni görevlere hazır olduğunu söylemesi, terörle mücadeledeki kararlılık bir dönem yıpratılmaya çalışılan askerin önemini yeniden hatırlatıyor.

        - #MeToo hareketi de manifestoyu etkiledi. “Özgürlükler” vurgusu yapılırken alıştığımız üzere “bölücü fikirler dışında” listesine bu kez “cinsiyetçi olmayan” da eklendi. Kadınların hâlâ kendi taciz tecrübeleriyle hesaplaşmaktan çekindiği Türkiye’de bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından “Taciz insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur” cümlesini duymak cesaret verici olabilir.

        ***********

        ŞERİAT DEDE

        MUHALİF mahalle birbirini adaylara imza vermek için örgütlüyor. Çokseslilik ve beraberlik için olumlu bir adım bu tartışmasız. Türkiye’de kitleler mobilize olabiliyor demek ki.

        Ama geçenlerde dikkatimi çekti, Temel Karamollaoğlu’na “Şeriat Dede” ismini takmışlar. “Ona bile gidip imza vereceğim” diyor birisi.

        KAFALAR KARIŞTI

        Bu “Şeriat Dede” lakabına önce güldüm tabii ki ama Milli Görüş’ü de Karamollaoğlu’nu da tam bilmeyenlerin 90’ların başından kalma ezberlerle yaptığı bir yakıştırma.

        “Ona bile oy veririm ama elim Selahattin Demirtaş’a bir türlü gitmiyor” diyenlere ne diyeceğimi bilmiyorum. Türkiye’deki muhaliflerin kafası hep karışıktı ama hiçbir zaman bu kadar pusula şaşmamıştı sanırım.

        ***********

        KÖŞE YAZARININ GÜCÜ

        KEMAL Kılıçdaroğlu gazetelerdeki köşe yazılarını okuyor ve siyasi kararlarını buna göre veriyor demiştim. İşte, köşe yazarları yazdı ve Muharrem İnce aday yapıldı.

        Meğerse bunun bilimsel bir altyapısı da varmış.

        Geçen ay Quarterly Journal of Political Science’ta yayımlanan ve Amerikalı okur üzerine yapılan bir araştırmaya göre, gazetelerde çıkan yorumlar gerek Cumhuriyetçi gerekse de Demokrat seçmeni eşit derecede etkiliyor.

        Katılımcılara ana akım medyada çıkan 5 tartışmalı yazı gösterilip ani tepkileri ve 10 gün, 30 gün sonraki düşünceleri ölçülüyor. Aynı deney, 2 bin 169 “elit”e (gazeteci, hukuk profesörü, akademisyen, düşünce kuruluşu üyeleri, bankacılar ve hükümet görevlileri üzerinde) de uygulanıyor.

        EN UCUZ YÖNTEM

        İki deneyde de katılımcıların kendi görüşlerini okudukları yazıya göre değiştirdiği ortaya çıkıyor; genel halk kitlesi, elitlerden sadece marjinal olarak daha fazla ikna olmuş gözüküyor. Katılımcıların yüzde 65-70’i okur okumaz köşe yazısındaki fikirlerini paylaşıyor, 10 gün ve 30 gün sonra da görüşlerinde bir değişiklik olmuyor. Köşe yazısının ikna edici gücü uzun vadeli kısacası.

        Araştırmacılar, kitlelerin fikrini değiştirmek için köşe yazılarının etkili ve düşük masraflı bir yöntem olduğu sonucuna varıyor. Yazının maliyeti, okuyacak insan sayısı, okurun düşüncesini değiştirme gücü hesaba katıldığında bir köşe yazısının maliyetinin fikri değişen okur başına 50 sentle 3 dolar arasında olduğu tahmin ediliyor.

        Diğer Yazılar