Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MUHARREM İnce’nin “Neşeli Günler” filminde Şener Şen’in canlandırdığı Ziya karakterini andırdığını söylerken benzetmenin cuk oturduğunu biliyordum. Tahmin etmediğim, İnce’nin bunun altını bu kadar hızlı dolduracağıydı.

        Birkaç gündür Ziya’nın “Ben Amerika’dayken” diye başlayıp “Farah Fawcett’la bir partide tanıştım, altı metrelik aslanı bir yumrukla yerle bir ettim” gibi hikâyelerine Muharrem İnce montajı yapılıyor sosyal medyada. Peşinden de Münir Özkul’un unutulmaz tepkisi geliyor: “Atma Ziya!”

        Sebebi İnce’nin geçenlerde “Amerikalılar beni aradı” diye söze girip Türkiye’nin aslında Fethullah Gülen’i istemediği, gerekli belgeleri göndermediği iddiası. Bu Amerikalılar kim, açıklamıyor. “Vizenizin süresi” doldu diye Adil Öksüz’ü arayan bir konsolosluk görevlisi mi, Omaha’da bir benzincide çalışan işçi mi, yoksa Donald Trumpİnce’ye bu bilgiyi veren gizemli Amerikalılar?

        MEDYAYA KIZGIN

        Sanırım, İnce’nin ayarları da bozulmak üzere. Daha yarışın ilk günleri olmasına rağmen o esprili, özgüvenli, barışçıl dil yerini öğrencisini müdürün odasına yollamaya meyilli lise öğretmeni üslubuna bıraktı.

        Siyasetteki en büyük başarısı köşe yazarlarını arayıp kendisini pohpohlamalarını sağlamak olarak İnce, yarış kızıştıkça medyaya çatmaya başladı. “Medyaya acıyorum, gazetecilerin haline gülüyorum” deyip duruyor. Biraz geç de olsa iktidara Mehmet Ali Yalçındağ’a mail atarak gelinmediğini, medyanın desteğine güvenilmeyeceğini anlamaya başladı belki de.

        Zaman zaman bu fonksiyonunu yerine getirmekte zorlansa da gazetecilerin görevi her kim olursa olsun bol keseden sallayanlara Münir Özkul gibi “Atma Ziya” demektir zira.

        Ne yazık ki, siyasete bu kahve üslubu hâkim olmaya başlayıp Cumhurbaşkanlığı gibi devletin en yüksek rütbesine aday biri çıtayı geyik muhabbeti seviyesinde tutunca “Atma Ziya” demek de kaçınılmaz.

        Dahası, İnce’nin “Amerikalılar beni aradı” diye söze girmesi siyasi amatörlüğünü de belli ediyor. Farklı kurumların birbiriyle çatıştığı, Türkiye’nin aksine devlet yapısının homojen ve monoblok olmadığı Amerika Birleşik Devletleri’nden bu şekilde bahsetmek diplomasi konusunda eksikliğini ortaya koyuyor.

        İŞİN ASLI

        Fethullah Gülen’in iadesi konusunda daha Obama döneminde Amerikan Dışişleri Bakanlığı prosedürüne uygun olarak Türkiye Dışişleri’ne yüzlerce soru yöneltti. Belgelerin tercümesi, soruların her birine yanıt verilmesi zaman aldı.

        Bu arada ABD’de yönetim değişti. Ancak sadece Beyaz Saray’da yönetim değişmedi, etkileri bugüne kadar süren siyasi sarsıntılar da oluştu Amerikan yönetiminde. Önce Türkiye’nin Gülen’in iadesi konusunda işbirliği yapacağı en önemli müttefiki Michael Flynn skandallarla görevden alındı, daha sonra Trump hem yakın ekibini kovdu hem de dışişleri bakanını görevden aldı. Bu süreçte Türkiye’nin Fethullah Gülen’in iadesi talebi de Türklerin alışık olduğu biçimde adeta “dosya altı” kaldı. Amerikan Dışişleri kendi öncelikleriyle ilgilenirken sıra bir türlü Gülen’e gelmedi.

        Tabii bunun bir oyalama taktiği olmadığına da kimse ikna olmadı. Türkiye tarafının Amerikan Konsolosu çalışanlarını gözaltına alması, Beyaz Saray’ın çok önem verdiği Evanjelik papazı koz olarak tutması da ta başından Gülen’i iade etmekte direnen Amerikan yönetimininişine geldi. Bu kadarı “açık istihbarat” tarafından öğrendiklerimiz.

        Eski CIA’cıların sponsorluğuyla ABD’de yaşayan bu şarlatanın iadesi konusunda kim bilir başka bilmediğimiz ne hesaplar dönüyor.

        Kesin olan tek bilgiyse bu işin “Amerikalılar beni aradı” basitliğine indirilemeyeceği. Gerçi, mahalle kahvesinde kesin karşılık bulur bu söylem. Ne de olsa burası Ziya’lar ülkesi.

        ***********

        DÜĞÜNÜN YILDIZI

        PRENS Harry ile Meghan Markle’ın düğününde tüm ilgiyi Amerikalı piskopos Michael Curry çekti. Alışılmış üslubun dışına çıkması hep yeniydi, hem de zaman zaman eğlenceli. Hatta gelin ile damat bile bir ara gülmekten kendilerini alamadılar. Kendisini kontrol etmeye çalışsa da William’ın bile yüzünde alaycı bir gülümseme vardı, babaannesi Kraliçe ise neye uğradığını şaşırdı.

        MUHALİF RAHİP

        Curry’nin dikkat çeken sözleri arasında “ateşin icadının tweet atmak ve kısa mesaj göndermenin yolunu açtığı” vardı.

        Ayrıca Eski Ahit’teki kölelik bölümlerinden bahsetti, Martin Luther King’den alıntı yaptı, Amerika’nın güneyindeki kölelerin aşkın gücünü o karanlık günlerde nasıl keşfettiğini anlattı.

        Piskopos ayrıca bir Trump muhalifi ve Washington’da protesto yürüyüşüne katılacağını söylemişti. Trump’ın başkanlığını “tehlikeli” ve “ahlaki ve siyasi liderlik krizi” olarak yorumluyor. Kim bilir, belki de Trump’ın davet edileceğine göre yapmıştı hesaplarını ama düğüne siyasi protokol sızmadı.

        ***********

        CANNES’DA NE OLACAĞI BELLİYDİ

        NURİ Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filmi The Guardian’dan beş yıldız aldı, Cannes’da dakikalarca ayakta alkışlandı. “Cannes tarihinde böyle bir şey görülmedi” diye Türk’e Türk propagandası yapanlar bu sene ödül de alan Spike Lee’nin “BlacKkKlansman”inin, Nadine Labaki’nin “Capernaum”unun da uzun alkışlara boğulduğunu görmediler mi?

        Asıl mesele Ceylan’ın filminin bu kadar beğenilmesine rağmen ödüllerde hüsrana uğraması.

        Daha önce yazmıştım: Nuri Bilge Ceylan’ın filmi, Cannes Film Festivali’nin açıklanan ilk programına alınmadı, hatta diğer Türk yönetmenler de (içlerinden biri Cannes desteğiyle film çekmişti üstelik) dışarıda bırakıldı.

        TÜRKİYE’YE CEZA

        Sonradan ek listeyle neredeyse “kerhen” kabul edildi Ceylan’ın filmi çünkü festival komitesi defalarca ödüllendirdikleri bir yönetmeni bir anda dışarıda bırakmanın tuhaf duracağını fark etti. Zaten liste ilk açıklandığında da birçok yerde “Nuri Bilge Ceylan nasıl olmaz?” itirazları yükseldi.

        Ceylan’ın ilk başta liste dışına alınmasıyla ilgili konuşulan en önemli iddia Batı’nın Türkiye’yi cezalandırmak istemesiydi. Dünyada rüzgârlar Türkiye aleyhine dönerken Cannes yaygın kabul görmüş metnin dışına çıkmak istemedi.

        Filmi zar zor da olsa gösterdiler, ama ödül vermediler. Zaten vermeyeceklerdi. Eurovision’dan Nobel’e, Oscar’dan Cannes’a her zaman için bu ödüllerde siyaset hep ağır basar.

        Diğer Yazılar