Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        New York’un en önemli hazır giyim mağazası Barneys dün iflas açıkladı. İflas sürecinde açık kalacak; yapılan anlaşmaya göre ABD’nin çeşitli yerlerindeki 22 mağazasından 15’ini kapatarak borçlarını ödemeye çalışacak. Bir zamanlar modanın en önemli durağı sayılan Barneys’in içine düştüğü krizin en önemli sorumlusu olarak emlak fiyatları gösteriliyor, zira Madison Avenue’daki binanın yıllık kirası 16 milyondan 30 milyon dolara çıktı. İnternetten alışveriş de ayak trafiğini azaltmasına, eskiden sadece Barneys’de bulunan ürünlerin artık başka satıcılardan da temin edilmesi de eklendiğinde bu kriz kaçınılmazdı.

        Neredeyse en yaygın kültürel aktivitenin alışveriş olduğu Amerika’da epey bir zamandır kriz yaşanıyor. Aynı süreçten başka zincirler de geçti. Sears tarihe karıştı, Macy’s birçok mağazasını kapattı. Ülkenin dört bir yanında hayalet binalar oluştu, artık iş yapmayan ve kendi kaderine terk edilen alışveriş merkezleri çürüyor. New York’un meşhur 5. Cadde’sinde birçok mağaza boş, kepenk indirdi, yerine kiracı bulamıyor. “Esnaf kan ağlıyor"edebiyatı yapsam yerindedir çünkü giderek mağazalardan alışveriş yapan insan sayısı azalıyor.

        Üstelik bütün bunlar de ekonominin iyi gittiği, insanların alım gücünün daha yükseldiği ABD’de yaşanıyor. Bizdeki yansımasının çok daha vahim olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.

        KRİZİN İLK İŞARETİ LÜKS TÜKETİM

        Geçenlerde Nişantaşı’ndaki Gucci’ye uğradım. Gucci ailesi bu halini görse herhalde kalpten giderdi. Neredeyse erişilmez lüksle özdeş Gucci’de raflar boş, ürünler birkaç sezon öncesinden kalma, adeta savaşta batan bir geminin malları gibi.

        Gucci’ye bakarak ekonomik kriz öngörüsü yapmak pek çoklarına komik gelebilir ama 2008’de ABD’deki ekonomik buhranın başlangıcı da benzer izlerde gizliydi. Büyük şirketlerin CEO’ları özel jetler yerine first class uçmaya, Condé Nast gibi çalışanlarını lükse boğan yayıncılar masrafları kısmaya, özel arabaları almaya başladığında bir şeylerin ters gitmeye başladığı belliydi.

        Yıllar önce bizdeki çok önemli bir bankanın CEO’sunu Bodrum havalimanında Anadolu Jet uçağına giden otobüste gördüğümde panikle nedenini sormuştum. Neyse ki nedeni sadece başka uçakların saatinin uymamasıymış.

        Bugün hala şirketlerin iflası ya da konkordato anlaşmaları kadar iş dünyasına mensup isimlerin şahsi servetinde değişikliler geleceğe dair işaretler barındırıyor. Ne zaman bir işadamının uçağını, yatını sattığını okusam endişeleniyorum. Gelir adaletsizliğine karşı çıksam da tepedeki ayrıcalıklı odaların birer birer kapanmasının kısa sürede bizi de vuracağını biliyorum.

        Bunu bir anlamda şahsen tecrübe ettim de sayılır. Gazetecilerin yaşam standardını yükseltme konusunda bir efsane olarak anılan Güneri Cıvaoğlu’nun Milliyet binasında odasını değiştirmesini uzaktan canlı izlediğimde meslek hayatımın başında sayılırdım. Ayrı bir asansörle girilen, salon-salamanje, içinde duş bile olduğu söylenen birkaç sekreterli odasından haber merkezinin kenarında alelade bir yere taşıdılar onu. Eski odasından kalan sehpayı yeni odasına yerleştirmeye çalışmasını izlerken gazeteciliğin içinden bir türlü çıkamayacağı maddi krizin başlangıcına tanıklık ettiğimi de biliyordum.

        Evet, herkesle tartışmaya hazırım: Güneri Cıvaoğlu birinci kata indiği için medya hala ekonomik krizden çıkamadı.

        KENT HAYALET BİNALARLA DOLU

        “Abi iş yok ki” Türkiye’deki esnafın diline pelesenk olmuş bir laftır. Bu laf zaman zaman doğrudur, zaman zaman da abartı içerir. Bu aralar epey doğru. Yaklaşan tehlikeye ne kadar hazırlıklıyız, bilmiyorum.

        Son 15 yılda haddinden fazla sayıda açılan alışveriş merkezlerinin büyük bir bölümünün kentin ortasında hayalet binalara dönüşecek. Sadece Levent hattında birbirinden gereksiz üç tane dev alışveriş merkezi var hala. AVM ziyaretçilerin birçoğu da alışveriş için değil boş boş gezmek için geliyor. Sürdürülebilir bir model olmadığı ortada, dünyanın parasının yönetildiği New York’ta bile çöktü sistem.

        İstanbul’da uzun yıllar Atatürk Kültür Merkezi şehrin ortasında terk edilmiş hayalet bir bina olarak kaldı. Bir tek AKM’nin bile ne yapılması gerektiği konusunda uzlaşmak bir ömür sürdü. Şimdi onlarca başka boş binayı aynı kader bekliyor. İstanbul’u yönetenlerin ve merkezi idarenin yakın geleceğin bu hayalet binalarına karşı şimdiden tedbir almaları gerekiyor. Boş binalar sadece bir ekonomiye değil, aynı zamanda kent hayatına da tehdit—terk edilmiş binalara hemen fareler yerleşir mesela. Unutmamak gerekir ki bir Gucci mağazası hiçbir zaman sadece bir Gucci mağazası değildir.

        REKLAM

        ***

        Biraz birbirimizi övelim

        Yaşlanmak üzerine dev bir literatür var kuşkusuz, ama bana en çok dokunan satırlar Paul Auster’ın “Kış Günlüğü” kitabının başında yer alıyor.

        “Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelemeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar,” diye başlıyor Auster yaşlanmayı anlattığı kitabına. Hastalıklar, bedenin ağırlaşması, hayatın eski ritminde akmayacağını anlamak ve buna bilinçsiz bir dirençle karşı koymaya çalışmanın çaresizliği daha güzel anlatılır mı…

        “Bunun hiç başına gelmeyeceğini düşünürsün…”

        Önceki gün Serdar Turgut’un kendi doğum günü hakkında yazdığı yazıyı okurken Auster’ın bu satırlarını düşündüm. Metroda gördüğü bir genç kadınla kendi kafasında gelecek planı yapıp hayallere dalarken gerçeklik ona çarpıveriyor, genç kadın yerinden kalıp yabancı bir yaşlı olarak gördüğü Turgut’a yer veriyor. Yaş almakla beraber hayallerin nasıl köreldiğini gösteren hayatın acımasız bir anı.

        İnsanın yaşının ilerlemesi hiç beklenmedik anlarda yüzüne çarpılıyor. Bir anda saçta bir tel beyaz çıkıveriyor mesela, gece çıkmaya değil evde kalıp uyumaya öncelik vermeye başlıyor insan. Geçenlerde birkaç arkadaş Asmalımescit’te bir bara alınmadık, haklı olarak da öfkelendik. Üstelik sahibini de tanıyorum, hatta burada bir ara yazarlık bile yaptı. Gece 2’de arayıp ortalığı ayağa mı kaldırsam diye düşünürken “20 yaşında gençlerin eğlendiği bir yer, ben olsam ben de bizi almazdım,” deyip huzurla uykuya daldım.

        Ben de metroda insanları izleyip hayallere dalıyorum; yazılacak kitaplar, çekilecek filmler, yapılacak podcast’lerle birlikte yaşanacak aşklar hayal ediyorum. Hepsini bir sonraki yaza, bir sonraki seneye erteliyorum, ne de olsa daha vakit var diye kendi kendimi avutuyorum. Bir yandan bunun zamana direnmek, beyhude bir çaba olduğunu biliyorum elbette.

        Serdar Turgut’un yaş günü yazısını New York’ta okuyan bir yayınevi editörü olsaydım hemen yaşlanmak üzerine bir anı kitabı yazması için sözleşme yapar, yüklü bir avansı önüne koyardım.

        Ama ne yazık ki Türkiye’de Türkçe yazıyoruz, giderek burada okuduğunu anlayan insan sayısı da azalıyor. Birkaç sene öncesine kadar bile böyle değildi; okurla yazar aynı dili konuşabiliyor, aynı titreşimlerden etkilenebiliyordu. Şimdi uçurum giderek açıldı. Zamanla sayımız artacağına azalıyoruz.

        Yazmak istediğim kitapları hep “Değer mi” diye erteler oldum. Eskiden okuduğum kitapları, izlediğim dizileri paylaşırken daha hevesliydim. Bir ara inadına, kültürel çürümeye karşı direnmek içindi bu çaba. Şimdi “Kim ilgilenir ki” demeye başladım, çünkü ben de yoruldum ve pes ettim. Onun yerine sayıları giderek daha azalan aynı dili konuştuğum, aynı kültürel iklimden beslendiğim arkadaşlarıma yolluyorum okuduğum yazıların link’lerini, kitap tavsiyelerimi…

        Madem sayımız azaldı, bari buradan birbirimizi övelim.

        Ben yine de şanslı olanlardanım. Serdar Turgut bu tanıdıklarımdan biri. Birbirimize hala makale, kitap tavsiye ediyoruz, kimsenin ilgilenmeyeceği konularda kendi aramızda tartışıyoruz. Önceki gün Alan Dershowitz ve Joan Didion hakkında yazıştık mesela.

        Bir gün bu yazışmaları yeniden kamusal alana taşıyabileceğimiz bir kültürel iklim oluşur mu? Kuşkusuz hayat hep aynı ritminde kalmayacak, bizden sonra da belki daha derin, daha bilgili, daha “niche”isimler yaşam alanı bulacak Türkiye’de. Ama biz görür müyüz, bilmiyorum. Çünkü benim BİLE yaşım ilerliyor. Bu yazı teknede değil, hastanelerde sağlık tetkikleriyle geçirdim. Hala da bitmedi; ne yaz ne kontroller.

        Baksanıza, mizah yazarı olarak hepimizi güldüren Serdar Turgut artık duygulandırıyor. Bir yolunu bulsam da Serdar Turgut’u sinir etsem diyen ben de artık onun yazılarını okurken duygulanıyorum. Neyse, bu vesileyle köşe komşuma bari herkesin huzurunda iyi ki doğdun diyeyim.

        Diğer Yazılar