Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocuklu aileler ve davranış biçimleri üzerine yıllardır biriktirdiğim keskin yargılarım var. Ekrem İmamoğlu’nun “karne tatili” sonrasında yeniden aklıma geldi, çünkü kamuoyunun tartıştığı iki tatilini de (yazın tekne, kışın kayak) çocuklarıyla birkaç gün geçirmek olarak açıklamıştı. Onu savunanlar kendi tercihi olduğunu söylüyor; kamusal figürlerin pek de kendi tercihlerini yapma ya da başkaları gibi yaşama lüksleri olmadığını düşünüyorum ben. Ama İmamoğlu’ndan bağımsız olarak da sırtında bu kadar yükü bulunan, birçok insanın kendisinden mucize beklediği bir figürün “çocuğuyla birkaç gün geçirmesinin” önemini gerçekten idrak edemiyorum.

        Sayısız film ve dizide de karşımıza çıkan bir olay örgüsü vardır: Adam (veya kadın) tam dünyayı kurtaracaktır, dünyayı kurtarmak için gerektiğinde günlerce, aylarca evden ve çocuklarından uzak kalması gerekir, mesela uzaydadır, ama ucunda dünyayı kurtarmak vardır, yine de evdeki eş (adam veya kadın) “Çocuğunun bale performansını kaçıracaksın,” diye başının etini yer ve kahraman kendisini çocuğunun bale performansına katılmakla dünyayı kurtarmak arasında bir ikilimde bulur. Kim nasıl böyle bir durumda tereddüt eder, aklım almaz ama Hollywood süre dolsun, duygular coşsun diye böyle saçmalıkları yıllardır bize dayatır durur.

        FİLMLERDEN ÖĞRENİLMİŞ ANNE-BABALIK

        Türk toplumunun dudaktan öpüşmeyi Amerikan filmlerinden öğrendiğini söylenir ya, benzer şekilde böyle şefkatli, iki eli kanda olsa bile çocuğunun bale gösterisini kaçırmayacak kadar hassas ve ilgili bir baba figürü de sonradan öğrenilmiş gibi zorlama duruyor.

        Hepimiz biliyoruz ki o bale gösterisinin hiçbir kıymeti çok, o çocuk büyüyünce Nureyev olmayacak. Hatta Tan Sağtürk bile olmayacak—ki bu zaten başlı başına çok düşük bir çıta. Anne-babanın çocuğun her yaptığına tapınması, aşırı desteklemesi, yol açması gibi illaki her tatile gitmek, en yoğun zamanda bile çocuğu ihmal etmemek şart değil.

        Sabahtan akşama kadar çalışan bir anne-babanın tek çocuğu olduğum için ihmal edilmenin, anne-babanın çocuğuna yeteri kadar zaman ayıramamasının ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Dünyanın sonu değil, hatta yer yer tercih edilesi de bir durum bile olabilir. Yalnız bırakılan çocukların hayal güçleri gelişir, kendi kendilerine yetmeyi ve ayakta kalmayı öğrenirler. Bir şekilde büyüyoruz, hatta daha bile iyi büyüyoruz işte.

        Ben öyle olduğum ya da sevilmediğim için değil ama bütün bilinen örnekler bize dünyayı değiştiren yaratıcı ve dönüştürücü figürlerin de anne-babaları tarafından ihmal edilen, sevilmeyen, örselenen çocuklardan çıktığını gösteriyor. Michael Jackson’dan Steve Jobs’a seç-beğen-al upuzun bir liste var.

        Dünyada büyük işler başaran, ülke yöneten, savaş kazanan, icat yapan anne veya babaların hemen hepsinin hatıratlarında da hayatta en büyük pişmanlıkları çocuklarına yeteri kadar vakit ayıramamalıdır. Ama işin kuralı bu, hatta olmazsa olmazı. Birkaç müsamere kaçırmak, tatile gitmemek, çocukla ilgilenmemek dünyanın sonu değil kısacası. Hatta işin doğası, biraz da olmazsa olmazı bu. Hele hele Türkiye’de, milyonlarca çocuğun tatil bilmeden ve asla öğrenmeden büyüyeceği bu kadar adaletsiz bir ülkede aile tatilini gözümüzün içine sokmak mutluluk pornosundan başka bir şey değil.

        BİR KUTSAL FİGÜR OLARAK ÇOCUK

        Hemen her anne-baba bu dünyaya çocuk getirerek kutsal bir iş başardığını düşünür ve kendilerine sadece bu yüzden ayrıcalık tanınmasını ister. Çocuklarının kamusal alanda ortalığı birbirine katması, uçaklarda avazları çıktığı kadar bağırmaları, hatta lokantalarda masanın üstünde (evet, bizzat gördüm) altlarının değiştirilmesi onlara haktır. Üstelik bunu beklerken karşı tarafın özel alanına saygı göstermeyi akıllarından bile geçirmezler.

        Çocuk doğduğu andan itibaren soyun devamı, monotonlaşan birliktelikte yeni bir hikaye ya da heyecan, başkaları yaptığı için yapılan bir iş olmaktan çıkıp tapınılacak bir figüre dönüşür. Çocuğun burnunun kanaması insanlığın başına gelmiş en büyük felakettir bu aileler için, ilk kelimesini söylemesi, ilk adımını atması da İsa’nın yeniden yeryüzüne dönmesine eşdeğerdir. Beraber çıkılan aile tatillerini de Hac sanıyorlar, herhalde.

        Böyle bir ortamda çocuk sevmemek gibi bir seçenek bile bırakmaz anne-babalar. Hele hele çocuk ve aile konularında söz almamıza bile tahammül edemezler. Zaten çoğu çocuk sahibi de çocuğu olmayanlara engelli, eksik muamelesi yapar. Bizler de bir türlü bu tercihin üzerinde düşülmüş, pratik, siyasi, veya maddi nedenleri olduğunu bir türlü anlatamayız.

        Ben yine bu konularda kıdemli sayılırım: Zamanında “Bebeğim ve Biz” ya da buna bezer böyle uyduruk isimli bir dergi çıkartıp tiraj aldırmışlığım bile var.

        Çocuk sahibi olanlara kötü bir haberim var: Biz çocuk sahibi olmayanlar da çocuk nasıl yapılır biliyoruz. Ne o kadar karmaşık ve zor, ne de o kadar abartılası bir olay. Lütfen, siz de çocuklarınızı ve çocuklarınızla geçirdiğiniz zamanları bu kadar abartmayın.

        *

        Dipnot: Şimdi dosyayı kaydederken fark ettim ve gülümsedim. Habertürk’teki 666’ncı yazımmış bu. İroniyi sadece ben görüyor olamam değil mi?

        Diğer Yazılar