Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Nurella'yı İstanbul'daki evimin mutfağında bembeyaz bir tahta iskemlede ayakları şişmiş, gürültüden ve kalabalıktan bunalmış hatırlıyorum. "Ne olur Yılmaz , ne olur,"diyordu. "Gidelim artık." Daha önce tanışıyor muyduk hatırlamıyorum, belki bir-iki kere karşılaşmışızdır. Belki de ünlüler bir kulüp olduğundan, o zamanlar ben de kendi çapımda ünlü olduğumdan birbirimizi tanımadan bile tanıyormuş ve çok yakın arkadaşmışız gibi davranmışızdır. Ama Yılmaz dediği Yılmaz Morgül benimle bir gün ben evde makarna haşlarken "Evinin yakınındaydım, uğradım" diye çat kapı gelecek kadar samimiydi.

        O sene de Morgül getirmişti sonradan kamuoyunun "Nurella" olarak tanıdığı apartman komşusu Nur Yerlitaş'ı doğum günüme. Futbolcular, şarkıcılar, gazeteciler, iş adamları falan derken kapıya paparazzi dayanmış ve gece bir aşamada kontrolden çıkmıştı. Normal şartlarda bile evde bir tane üç kişilik kanepe vardı, o kadar kişi eve doluşunca insanın kalçasını dayayacağı küçük bir köşe bile kalmamıştı. Yerlitaş da, yazık, bacakları şişmiş, ancak bir tahta sandalyeye sığınmıştı. Onu hep böyle hatırlayacağım.

        "MODACI" NEDİR ESERLERİ NEDİR

        Önceki gün hayatını kaybeden Nur Yerlitaş'ın ne yaptığını açıklamak için başka dilde hiçbir karşılığı olmayan ve bizde çok sık kullandığımız "modacı" ifadesi uygun. Moda tasarımcısı değil, modacı. Bir Karl Lagerfeld ya da Yıldırım Mayruk değil, ama pantolon paçası kısaltan, düğme diken mahalle terzisi de değildi. Bavul ticaretiyle başlayıp sahne kostümü dikmeye uzanan kariyerini hibrit bir tabir olan “modacı” anlatıyor en çok. O da hem kim ve ne modaysa yanında olmayı çok iyi biliyordu, hem de sadece kıyafet dikmenin ötesinde hibrit bir yere taşıyabilmişti mesleği.

        Kimse alınmasın ama Yerlitaş'ı aslında moda konusunda pek ciddiye almak mümkün değildi. Bugüne kadar en çok konuşulan işi Ajda Pekkan'a yaptığı sahne kostümüydü. Christophe Decarnin'in Balmain için tasarladığı bir ceketi aynen kopyalamıştı. Bu bariz intihal söz konusu olduğunda da pişkinlikle kendisini savunmuş, Ajda’nın bütçesini düşündüğünü söylemişti. Balmain’e 10 vereceğine Nurella'ya 1 vererek aynısını yapıvermişti.

        Ama Yerlitaş’ı basit bir taklitçiye indirgemek de anısına haksızlık olur. O sene bana doğum günü hediyesi olarak kırmızı bir t-shirt hediye etmişti, Kanyon’daki Harvey Nichols’dan alıp. Önceki gün o t-shirt’ü düşündüm; kesinlikle özel bir parçaydı ve rastgele seçilmiş olamazdı.

        Yıllar önce Los Angeles'ta Paris Hilton'un meşhur ettiği Kitson mağazasında bugün artık tarihe karışan The Great China Wall adlı bir marka görmüş ve sıradanlığıyla etiket fiyatı arasındaki uçurum karşısında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Dümdüz, gri bir eşofman altını 2000 bin dolara satıyordu ve sırf o yüzden sahip olmak istemiştim. Yıllar sonra gardırobuma bu marka Nur Yerlitaş sayesinde girmişti.

        Böyle bilinmeyen bir markayı seçmek, görmek özel bir yetenek gerektiriyordu. Belli Yerlitaş'ta da en azından o sihirli unsur, o "şey" vardı. Çalacaksa bile herhangi bir ceketi ya da markayı değil, Balmain’i dirilten Decarnin’den çalmıştı.

        Nur Yerlitaş sahne dünyası için güvenilir bir markaydı. Assolistler ve pop yıldızları gönül rahatlığıyla kendilerini ona emanet edebiliyordu. Ne 90'lı yıllardaki pop patlamasındaki imaj furyasında Neslihan Yargıcı'nın yaptığı gibi şarkıcının kafasına abajur geçiriyor, ne de Cemil İpekçi gibi Ajda'dan uzaylı yaratıyordu. Sınırlı bir vizyonla sahnenin istediğini veriyor, aynı zamanda bütün o assolistlerin hem kahrını çekiyor hem de sırlarını taşıyordu. Star'lar yanlarında star kaprisi yapmayanlarla çalışmayı isterler; o ekranda kızları azarlayan Yerlitaş büyük isimlerin yanında hep haddini bilirdi.

        MODACI SADECE KIYAFET DİKMEZ

        Bir de modacıdan sadece kıyafet temin etmesi beklenilmeyen bir geleneğin son temsilcisiydi. Bizde bu tür modacıların hep ek görevleri, yan işleri ve başka işlevleri olmuştur. Ahmet Tulgar bir keresinde Canan Yaka için "mafyayı derin devlete diken terzi" diye yazmıştı. Nur Yerlitaş kimi kime dikiyordu bilmiyorum, ama dikme işleminde masası olan sanatçı, gazino sahibi ve para babaları arasında bir tür aracı kurum olduğuna şüphe yoktu. Tam da bu yüzden insanların masalarında ağırlamak istedikleri, beraber eğlendikleri ve iç çembere dahil ettiği biri isim oldu hep. Rahmetli öyle ya da böyle renkli bir kadındı.

        Gerçi son yılarda kim ölürse arkalarından kendimi "Renkli biriydi," derken yakalıyorum. Kim bilir, belki de bendeki yaşlılığın ilk belirtisidir. Ama hakikaten de bir şekilde yolu gazino geleneğinden, Hafta Sonu gazetesinden falan geçenlerin ne yaparlarsa yapsınlar hep belli bir düzeyi tutturabilmelerini inkar edemeyiz herhalde. Erol Simavi kendi kendine bu kadar ünlü şarkıcıyla tanışmıyordu herhalde, ama işin içinde bir şekilde estetik, elegans, şıklık ve de en önemlisi düzey vardı. Tadı kaçmıyordu. Başka türlüsünü Fahri Bey kapıdan sokar mıydı zaten?

        Daha düne kadar Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki hamamlarda Anadolu'dan gelen genç erkekleri kandırıp komisyon karşılığında başkalarıyla tanıştıranların bugün sosyal medya fenomeni olup ahlak dersi vermelerini, köpüren ağızlarından Ermenilere küfretmelerini falan görüyorum. İstanbul çok küçük işte.

        Nur Yerlitaş kim bilir neler neler gördü dolu dolu yaşadığı hayatında, ne sırlar vardı onda. Ama eminim o bile hayatının hiçbir döneminde iğrençliğin bu kadar meşruiyet kazandığına tanık olmamıştı. Belki de tam zamanında gitti.

        Dün gece o t-shirt'e sarılarak uyumak istedim, bir türlü bulamadım.

        Diğer Yazılar