Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ZAMANINDA haramileşip evini yağmaladıkları o adamı neredeyse özlemle anacaklar. Ama nafile. Onlar da farkındalar, “hasta” diyerek aşağıladıkları o adam artık yok. O “hasta adamı” kendi elleriyle yok ettiler. Yine de tam olarak bitiremediler. Canına kıydıkları o adamın yerinde, zamanında her şeyini elinden aldıkları oğlu, yani Türkiye duruyor.

        Türkiye bazı özellikleriyle, “hasta adam” denilen babasına da pek benzemiyor. İşte, böyle olduğu için de babasını katledenleri şimdilerde adeta kahrediyor. Yeni Türkiye, hasta babasının aksine ekonomik, siyasi istikrarı, bağımsız dış politikası ve sağlam 2023 vizyonuyla ışıl ışıl parlıyor. Gözbebeği İstanbul ile yeni dünyanın merkezlerinden biri haline geliyor. Hasta babasını lime lime edenlerin kurdukları Sykes- Picot düzeni yıkılırken yaşananlara da sırtını dönmüyor. “Akraba, tarihdaş, kardeş” dediği halkların sorunlarıyla yakından ilgileniyor.

        Hasta döşeğindeki halkların yeniden ayağa kalkması için gereken her şeyi BM’de de Davos’ta da korkusuzca söylüyor. Boyundan büyük görülen işlere kalkışıyor. Ortadoğu’ya bakınca petrolden başka hiçbir şey görmeyenlerin yazdıkları senaryolarda piyon olmayı ise reddediyor. Tam da bu nedenle hazmedemiyorlar yeni Türkiye’yi. Halkının yüzde 52’sinin oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı’nı da, Somali’den Arakan ve Gazze’ye kadar tüm mazlumlar tarafından umutla kucaklanan Başbakan’ını da aynı sebeple kabullenemiyorlar.

        Gözlerinin önünde duran bu somut gerçeği kabullenemedikleri için de “Artık hasta adam Osmanlı yok; ama onun yerinde yeni bir sorunumuz var. Batı’nın Doğu’daki yeni sorununun adı da yeni Türkiye’dir” diyebiliyorlar.

        Mavi Marmara ile uyananlar, Arap Baharı’nın başladığı gün yapmışlardı bu sakat teşhislerini. Batılı Oryantalistler ve patronları, o gün bugündür de Türkiye’yi “Batı’nın Doğu’da Osmanlı’nın yıkıldığı günden bu yana karşılaştığı en büyük sorun” olarak tanımlıyorlar.

        Zira Arap Baharı’yla birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’daki potansiyelini fark etmeye başladılar. Kendileri son dönemin en büyük finansal kriziyle cebelleşiyordu. Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde duran Türkiye ise uyanmış, onların Ortadoğu’ya attıkları kazıkları çıkarmaya çalışıyordu. Hortlak görmüş gibi oldular. “Bu bir kâbus olmalı” dediler. Buna seyirci kalamazlardı. Kalmadılar da nitekim. Türkiye’den aldıkları ilhamla ayaklarındaki prangaları kırmaya başlayan Ortadoğu halklarının özgürleşmelerini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

        “Araplar demokrasiye hazır değil” türünden dibine kadar ırkçı, İslamofobik bir yalana sarıldılar. İlk hedefleri de Mısır oldu. Demokratik yollardan seçilmiş Mursi iktidarını, himayelerindeki ordunun darbesiyle devirdiler. Tarih kendilerine “demokrat” diyenlerin askeri darbeyi tam bir aymazlıkla alkışladıklarını yazdı.

        Suriye’de de oyun oynadılar. Diktatör Esad’a karşı ayaklanan Suriye halkının taleplerine gözlerini kapattılar. Devrimin kandan bir bataklığa saplanıp bağımsızlık hayali kuran bölge halklarının gözünde bir ibret hikâyesine dönüşmesi için sinsice çalıştılar. Hem Esad’a hem de muhalefete “birbirlerini yenemeden” savaşa devam etmelerine yetecek kadar silah taşıdılar. İki tarafa da “Yeter ki siz birbirinizi öldürmeye devam edin, silahı hiç dert etmeyin” dediler.

        Sonra da dönüp medyalarıyla gözlerini bağladıkları dünyaya “Suriye’deki ve Mısır’daki tüm bu kan revanın sorumlusu Türkiye’dir” dediler. Türkiye’deki uzantılarını da AK Parti iktidarına karşı sırayla sahneye sürdüler, sürmeye de devam ediyorlar.

        Hedeflerine ulaşıp Türkiye’yi kaosa sürükleyecekleri ya da mutlak hezimeti tadıp boyunlarını öne eğmek zorunda kalacakları güne kadar da durmayacaklar.

        Çözüm sürecinin hızlandığı şu ortamda şehit haberleri geliyor ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Türkiye’ye tuzak kuran üst bir akıldan söz ediyorsa bunun başka bir anlamı olamaz! Erdoğan daha ne desin?

        Diğer Yazılar