Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Dersim katliamı için özür diledi diye başına gelmeyen kalmadı. CHP’deki sözde ulusalcı kanadın Tanrıkulu’na bir tek küfretmedikleri kaldı, diyeceğim ama ne yazık onu bile yaptılar.

        Türkiye gerçeğinden kopuk CHP ulusalcılarının, katliamları sahiplenmesine şaşıracak değilim. Şaşırdığım zat CHP’nin Dersimli Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Sayın Kılıçdaroğlu, ‘’Tarih siyasetçilerin istismar edecekleri değil, ders çıkaracakları bir alandır” sözleriyle, Tanrıkulu’nu sırtını sıvazladığı ulusalcılar karşısında yapayalnız bıraktı.

        Üstelik yaptığı bu yorumda bir samimiyet nüvesi bulmak da imkânsız.

        Bu samimiyetsizliğin en bariz örneğini 3’üncü köprü tartışmasından hatırlayabiliriz. Birçok CHP’li vekil 3’üncü köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine, Alevileri katleden padişah olduğunu söyleyerek karşı çıkmışlardı. Bazı CHP’liler köprüye bu ismin verilmesine “Alevilere savaş ilanı” ve “Alevilere verilmiş gözdağı” gibi yorumlarla dahi saldırdılar. Oysa takdir edersiniz ki Yavuz meselesi de en az Dersim kadar tarihi bir meseleydi. Kılıçdaroğlu’nun bugün söylediklerini doğru kabul edecek olursak, siyasetçilerin Yavuz meselesine bodoslama dalmaları da tarihi istismar etmenin dik âlâsıydı.

        Peki mesele Dersim olunca “Tarih siyasetçilerin istismar edecekleri bir alan değildir” diyen Kılıçdaroğlu, Yavuz meselesinde ne yapmıştı hatırladınız mı? Hatırlatayım; vekillerine tek laf etmemişti. Aksine tarihi istismar eden vekillerine destek vermişti.

        Kılıçdaroğlu iki hassas tarihi meselede, iki zıt tavır takınarak istismarcı siyasetçi profilinin şekilli ifadesi olduğunu kanıtladı. İki tezat tavrıyla, şu sarih gerçekleri hepimize gösterdi: Önemli olan katliamın ve zulmün kendisi değildir. CHP için önemli olan katliamı kimin yaptığıdır. Faili CHP olan her katliam meşrudur. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’sinin tarihten de siyasetten de anladığı budur. Bundan berisi lafı güzaftır. Bu gerçeği bir kez daha gözümüze soktukları için Kılıçdaroğlu’na ve ulusalcılarına sonsuz teşekkürler.

        Küba’ya cami mi dediniz?

        CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Küba’daki bir tepeye cami yapılması önerisinde bulundu. “Kübalı kardeşlerimle bunu konuşuruz” dediğine göre meseleyi Küba Devlet Başkanı Raul Castro’ya da açacak. Küba’nın bu teklife cevabı ne olur bilemiyorum.

        Mevzuyu, Küba ne der ne demez ekseninden çıkarıp dış politika yönüyle ele almak istiyorum. Bu minvalden bakınca aklıma ister istemez Fransız düşünür Richelieu’nün 1600’lerde yaptığı devlet adamı tanımı geliyor. Richelieu, mesele dış politika olunca “devlet adamı”nın önem vermesi gereken hususun her şeyden önce “devletin çıkarları” olduğunu vurguluyor. Devlet adamının, yani liderin “devletin potansiyellerinin kölesi” olduğunu belirten Richelieu; “Devletin çıkarı devlet adamı için tek kanundur” hükmünde bulunuyor. Son derece basit bir tanım. Çağa uydurmak isteyenler buradaki “devlet çıkarları” ifadesini “milletin çıkarları” şeklinde de değiştirebilirler.

        Bugüne kadar Türkiye markasına kattığı değer, istatistiklerle ortada olan Sayın Erdoğan’ın devlet adamlığını tartışmak abes olur. Ancak siyaset ilmi açısından gördüğüm şeyi paylaşmak isterim. Şu Küba’ya cami önerisi üzerine epey düşündüm. Fakat yine de ortada ne devletin ne de milletin çıkarlarıyla örtüşecek bir şey bulamadım.

        Hâsılıkelam; bu teklifin mantığını ben ne yazık ki anlayamadım. Olabilir, belki de benim anlayışım kıttır, diyerek kendi adıma özeleştiride de bulunabilirim. Gelgelelim bu özeleştirime şunu eklemeden de edemiyorum; Anlayan varsa lütfen beri gelsin de şu Küba’ya cami meselesinin devlet çıkarlarıyla bağdaşan yönünü bir zahmet anlatıversin.

        Diğer Yazılar