Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAĞDAT

        BİR yıl aradan sonra yine bir muharrem ayında ve yine Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ziyareti nedeniyle Irak’ın başkenti Bağdat’tayız.

        Bağdat’ı bıraktığım gibi buluyorum. Fiziksel anlamda neredeyse hiçbir olumlu değişim göremiyorum.

        2003’teki işgalden beri rahat yüzü görmeyen bir şehir var karşımda. “Bağdat gibi diyar olmaz” sözü son 11 yılda resmen yalan olmuş.

        Konvoyumuz son sürat havalimanından Yeşil Bölge’ye doğru yol alıyor. Mihmandarımız, bulunduğumuz noktadan 20 kilometre mesafede IŞİD’le çatışmaların yaşandığını anlatıyor. Böylece dehşetin eşiğinde olduğumuzu hissediyor ama aldırmıyorum. Başımı cama dayamış, gözümün önünde akıp giden Bağdat’ı izliyorum.

        Mazlum Bağdat’a bakıp “Ne çektin be Bağdat!” diyorum. Bu kadim şehri dertleşmeye çağırıyorum. Bir dokunup bin ah işitiyorum. Bağdat, her yanına örülmüş ucube beton duvarlar ve her kilometre başında rastladığım check-point’leri gösterip yarasının derinliğini bana anlatmaya çalışıyor adeta. Derken Bağdat’ın bedenindeki yaraların bana da acı verdiğini hissediyor ve üzülüyorum.

        Sonra ruhumu saran bu kasvetten sıyrılmaya karar veriyorum. Bir kaçış yolu olarak da Irak siyasetini düşünüyorum. Ve galiba isabetli bir tercihte bulunuyorum.

        Davutoğlu’nun 2013’teki ziyaretinden bu yana Bağdat’ta değişimin en bariz şekilde hissedildiği alan siyaset.

        Önce geçen seneyi anlatayım. Sayın Davutoğlu, geçen yıl Bağdat’a yaptığı ziyaretin ardından Kerbela ve Necef’e de gitmiş, bir ilke imza atmıştı.

        Tuhaflığın “pik” yaptığı bir dönemdi.

        Türkiye’yi Sünnicilik yapmakla suçlayan CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Irak’ın Şiiciliği tescilli başbakanı Maliki’yle dostluk pozları veriyordu.

        Davutoğlu ise Bağdat’a kadar geliyor ve Şiiliğin en kutsal mekânları Necef’i ve Kerbela’yı ziyaret ediyordu. Büyük Ayetullah Ali Sistani ve Mukteda Sadr gibi saygın Şii liderlerle görüşüp bu suçlamaları çürütüyordu.

        Başbakan Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduğu o günlerde her fırsatta Irak’ı gidişat konusunda uyarıyordu.

        Maliki’nin Sünnileri ve Kürtleri dışlamaya devam etmesi halinde Irak’ın iç savaşa sürükleneceğini lisan-ı münasiple ifade ediyordu.

        Ne yazık ki o eleştirileri dikkate alınmıyor, hatta Irak’ın içişlerine karışmakla suçlanıyordu.

        Maliki, Saddam’in Şii versiyonu olma politikasını sürdürmek istiyordu. ABD ve Irak’taki gizli müttefiki İran da bu çılgınlığı açıkça destekliyorlardı.

        Aradan bir sene bile geçmeden Davutoğlu’nun uyarılarındaki haklılığı acı tecrübeler ışığında görüldü.

        IŞİD belası, Maliki’nin mezhepçi politikaları ve İran ile ABD’nin emperyalist dayatmalarının oluşturduğu iklimden beslenip güçlendi. Maliki’den bıkan Sünni aşiretler “Denize düşen yılana sarılır” misali IŞİD’e sarıldılar. IŞİD, Musul’u bir gecede alıp yeni aktör olarak bölgede arz-ı endam etti.

        Hiç şüphesiz; petrol zengini bazı Sünni devletler de muhtelif sebeplerle IŞİD’in ortaya çıkışında etkili oldular.

        Bugün geldiğimiz noktadaysa; eskisi gibi tek bir Irak’tan veya Suriye’den bahsetmenin abesliğini artık iliklerimize kadar hissediyoruz.

        Davutoğlu da böyle bir ortamda ziyaret etti Bağdat’ı. Irak Başbakanı Haydar el Abadi’yle yaptığı basın toplantısında ülkede yeni ve kapsayıcı bir hükümetin olduğunu belirtip tebrik etti. Gayet dostane bir dille yeni hükümeti daha kapsayıcı olmaya çağırıp hayati uyarılarda bulunmayı da yine ihmal etmedi.

        Abadi de açıklamalarıyla, yeni hükümetin Davutoğlu’nun yıllardır yaptığı tavsiyeleri dikkate aldıklarına dair sinyaller verdi. Kürt yönetimiyle petrol konusunda uzlaşma sağlanması ve Sünni kesime açılma çabaları, Abadi hükümetinin Irak’ı raya sokmaya niyetli olduğuna işaret ediyor. Öyle ki, Irak Davutoğlu’nun “Dön” dediği tünelden nihayet dönecek gibi görünüyor. Umarım sonu duvar olan bu tünelden çıkış için çok geç kalınmamıştır.

        Diğer Yazılar