Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ANKARA’nın IŞİD’e karşı mücadelede daha aktif bir rol üstlenmesine yönelik Batı baskısı devam ediyor. Türkiye ise tek başına IŞİD’le yapılacak bir mücadelenin kısır kalacağını savunuyor.

        Suriye’deki Esad rejimi orada yerinde durduğu müddetçe IŞİD bitse de yeni IŞİD’lerin türeyeceğini tüm dünyaya anlatmaya çalışıyor. Bu ikazların sadece Türkiye’nin görüşü olduğunu düşünenler de fena halde yanılıyor.

        Bugün Arap coğrafyasının geniş bir bölümünde ikiyüzlülük Türkiye’yle senkronize bir şekilde sorgulanıyor. Müslüman halklar, IŞİD ile Esad arasındaki farkı bulmakta zorlanıyor. Öyle ya ikisi de kadın, çoluk çocuk demeden katlediyor. Bir kıyas yapıldığında da Esad rejiminin barbarlıkta IŞİD’i açık arayla geçtiği görülüyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre; Esad rejiminin katlettiği insan sayısı 192 binin üzerinde. IŞİD’in öldürdükleriyse 10 bin civarında.

        Hiç şüphesiz öldürülen insan sayısı bir kıstas olamaz. Bununla birlikte bunun tarafların barbarlık derecesini göstermesi bakımından önemli bir kılavuz olduğuna da şüphe yok. Katilin birini iyi diğerini kötü göstererek bir yere varılamayacağı aşikâr. Neden sonuç ilişkisi Esad rejimi devam ettiği müddetçe bölgedeki şiddetin de süreceğine işaret ediyor.

        IŞİD’i doğuran şey Esad’ın İran ve Hizbullah’la el ele vererek kendi halkına katliamlar yapmasıydı. Sabah ezanlarının yükseldiği camilere bomba yağdırarak mezhepçi bir maskeyle Suriye’yi kan gölüne çeviren bir bela, kendi zıddını doğurdu.

        Maksat bölgeyi şiddetten arındırıp istikrara kavuşturmaksa artık bazı hakikatlerin anlaşılmasında fayda var. Karşımızda kötülükte sınır tanımayan iki kompleks yapı bulunuyor. Bunlardan ilki Esad rejimi. Baasçı Esad rejiminin küresel ölçüde nasıl bir şebekeyi temsil ettiği, hangi zihniyetin ürünü olduğu herkesin malumu. Rejimin bu yönleri son 4 yılda net şekilde görüldü. Artık sokaktaki çocuklar bile Esad’ın kimin sayesinde ayakta kaldığını biliyor.

        Henüz tam anlaşılmadı ama esasında IŞİD dediğimiz yapının da Esad rejiminden geri kalır tarafı bulunmuyor. IŞİD’in çekirdeğinde 2003’te ABD tarafından devrilen Irak’taki Baas rejimine bağlı askerler, aşiretler bulunuyor. 2003’teki işgalin ardından yok olduğu sanılan bu enerji yeraltına inmişti. Bu yapı, işgalden sonra Suriye’deki ruh ikizi Esad rejimi tarafından yıllarca beslendi.

        Esad rejimi sayesinde hayatta kalan IŞİD, 2011 yılında Suriye’de başlayan isyanla yepyeni bir damar yakaladı. Esad’ın mezhepçi bir kılıf kullanarak yaptığı katliamlar, çekirdeğinde Baas bulunan IŞİD’in çok daha zengin bir kanal olan cihatçı hareketlerin insan ve küresel mali şebekesine erişimini sağladı. Baas son derece pragmatik bir kararla cihatçı bir maske taktı ve yeniden yeryüzüne çıktı.

        Çekirdeğinde Baas bulunan bu hareket, bugün Batı’nın emperyalist heveslerinin kurbanı olduğu hissini paylaşan sayısız kılcal damar tarafından besleniyor. Söz konusu bu kılcal damarlar, kukla diktatörlüklerin hüküm sürdüğü Arap sokaklarından, İslamofobik Avrupa ve Rusya kentlerinden doğup bir çıkış yolu sandığı IŞİD belasına akıyor.

        Batı’nın ikiyüzlü tavrındaki ısrarı bu damarları var eden hayal kırıklığının daha da büyümesine yol açıyor.

        Dünyanın da bu gerçeği her yönüyle gören, Batı’nın evrensel değerleriyle de barışık Türkiye gibi Müslüman devletlerin sesine kulak verip bölgeye yeni bir perspektifle bakmayı denemesi herkes için hayati bir önem taşıyor. Coğrafyanın tarihsel gerçeklerinin yarattığı ihtiyaçlardan kopuk, IŞİD’le zayıf bir askeri mücadeleden öteye geçmeyen, Esad rejimini görmezden gelen yarım yamalak stratejiler yerine meseleye ferasetle yaklaşmak gerekiyor.

        Diğer Yazılar