Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİ ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1970’li yıllarda Amerikan dış politikasına kalıcı format atmış bir isim olarak biliniyor. Bir rivayete göre; dönemsel taktik sapmalar olsa bile Kissinger’ın çizdiği strateji terk edilmiyor.

        Şimdilerde emeklilik hayatı yaşayan Kissinger, geçen yaz “World Order-Dünya Düzeni” isimli bir kitap çıkardı. Elimden yeni bıraktığım kitap, adından da anlaşılacağı üzere küresel sisteme dair analizlerden oluşuyor.

        Kissinger, her devrin “belirleyici bir motifi” olduğu tezinden hareketle, “Ortaçağ için söz konusu olan motif dindi. Aydınlanma çağında dinin yerini ‘akıl’ aldı. 19 ve 20’nci yüzyıllarda milliyetçilik öne çıktı. Çağımızın belirleyici motifinin ise bilim olduğu görülüyor. Bilim, insanın refahına büyük katkılarda bulunuyor. Fakat aynı bilim, insanlığı yok etme kapasitesine sahip silahlar da üretiyor” diyor.

        Yazdıklarından Kissinger’ın dünyanın bir sistem krizinde olduğu tezine hak verdiği anlaşılıyor. Dahası, “Her uluslararası sistem, eninde sonunda 2 meydan okumayla karşılaşır: Ya meşruiyetini yeniden tanımlamaya ya da güç dengesini değiştirmeye zorlanır” sözleriyle krizin normal olduğunu da vurguluyor.

        Kitapta, Batı merkezli küresel sisteme sorun çıkarma veya katkı sunma kapasitesindeki medeniyetler mercek altına alınmış.

        Mesela Japon medeniyetinin, küresel etkileri olabilecek bir değişime girdiği iddia ediliyor. Japon anayasası, orduya savaşı yasaklıyor. Ancak Kissinger’a göre, Çin’in yükselişi Japonya’yı harekete geçmeye zorluyor.

        2013’te “Japon Beyaz Kitabı”na, “Çevresi daha tehlikeli hale gelirken Japonya’nın daha proaktif çabalarda bulunması kaçınılmazlaşıyor. Japonya’nın caydırıcılık kapasitesi artırılıp tehditleri yenilgiye uğratabilmesi sağlanmalı” şeklinde bir ifade eklenmişti.

        Kissinger’a göre bu değişiklik, Japonya’nın bir kez daha “kritik tarihi aşamalardan” birinde olduğuna işaret ediyor.

        Haklıysa durum vahim demektir. Çünkü bu kritik aşamaların sonuncusu 1931’de yaşanmış, Japonya Çin’i işgal etmişti. İşgalle açılan bu tarihi parantez, 1945’te ABD’nin Hiroşima’yı bombalamasıyla kapanmıştı.

        Deneyimli diplomat Avrupa, Hindistan, Çin, Rus ve İran/Pers medeniyetlerini de ele alıyor.

        İslam medeniyetine ise Ortadoğu’daki radikal örgütler, İran’ın nükleeri ve Filistin gibi son 100 yılın eskimeyen sorunları üzerinden bakılıyor.

        Bölgenin bundan önceki tarihi, Osmanlı’nın kurduğu siyasi düzen ve onun Avrupa dengesindeki etkileri ekseninde işleniyor. Türkiye’nin adı da sadece bu kısımda geçiyor.

        Kissinger, ne eşit bir ferdi olduğumuzu sandığımız Batı medeniyetini, ne de Ortadoğu’nun son dönemini anlatırken Türkiye’nin adını zikretmiyor.

        Kitabın olmayan satırları, bu bakımdan hiçleşmeyi de gözler önüne seriyor. Öncüsü olduğu köklü medeniyeti inkâr ettikten sonra kapısında durduğu medeniyete tüm varlığını armağan edenin akıbeti böyle oluyor.

        Köklerini inkâr ve kendi medeniyetine yabancılaşma, bir hacim erozyonuna yol açıyor. Hacmini kaybedenin düştüğü değersizlik ise bir kitabın olmayan satırlarından dahi okunabiliyor.

        Yazımızı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Filistin Lideri Abbas’ı yanına, Türkiye’nin üzerine kurulduğu 16 devletin temsili askerlerini ise arkasına aldığı fotoğrafla noktalayalım.

        Sosyal medyadaki gırgırın etkisiyle gülüp geçenlerdenseniz o fotoğrafa bir daha bakın derim. Çünkü fotoğraftaki manzara, Türkiye’nin öncüsü olduğu medeniyeti terk etme hatasından dönmeye başladığını gösteriyor. O kareye bakıp gururla tebessüm edelim. Sonra da bu kareye bilim ve teknoloji namına neler katabiliyoruz onu düşünelim.

        Diğer Yazılar