Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN perşembe ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin “Esad ile konuşmalıyız” sözüne en sert tepkiyi gösteren ülkenin neden Türkiye olduğunu ele almıştım.

        Türkiye, 4 yıl önce, ABD de dahil olmak üzere herkes savaş çığırtkanlığı yaparken, Suriye krizini “konuşarak” çözme adına diplomasi yürüten tek ülkeydi.

        Unutturulmak istenen bu hakikatleri anlattığım yazımı, “Peki Türkiye’nin sorunu Esad’la konuşarak çözme çabası neden sonuçsuz kaldı?” sorusuyla noktalamıştım.

        Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

        Çabaların sonuçsuz kalmasının sebeplerinden biri, Esad’ın Ankara’ya değil ama Ankara’nın “arkasındaymış gibi görünenlere” güvenmemesiydi.

        Rejimin genleri Esad’ın kulağına, “taviz verdiği an Kaddafi’nin akıbetine uğrayacağını” fısıldıyordu.

        Yine de Türkiye’nin Şam’a önerdiği demokratik dönüşüme başlanabilirdi.

        Lakin dönüşüm sırasında Türkiye, Esad ve şürekasını küresel aktörlerin komplolarından koruyabilir miydi?

        Esad, kafasını kurcalayan bu soruya içi rahat olarak “Evet” cevabını veremedi.

        Bu konuda fazla haksız da sayılmazdı. Zira barışçıl çözüm bahsinde Türkiye’yi destekler görünenler, perde arkasında Suriye’yi cehenneme sürükleyecek yolun taşlarını döşüyorlardı.

        O günlerde görüştüğüm eski Suriye Reform Partisi Başkanı Ferit Kadri’nin söyledikleri hâlâ aklımda. Kadri, Türkiye’nin barış çabalarının nafile olduğunu, çünkü ABD’nin Körfez’deki Arap müttefiklerinin Suriye’deki aşiretleri silahlandırmaya başladığını söylüyordu. 2011 Nisan’ında Kadri’nin verdiği bu bilgi Arap Baharı’nı hazana çevirmek isteyenlerin Suriye’deki iç savaşı arzuladıklarının kanıtıydı.

        Arap rejimleriyle Arap Baharı fobisinde kesişen İran ile Rusya da Esad’a tek kurtuluş yolunun savaşmaktan geçtiğini anlatıyorlardı. Esad da Türkiye’den ziyade bu eski dostlarının tavsiyelerine kulak veriyordu.

        Hal böyleyken, son 2 yıldır bu gerçekler bir algı operasyonuyla çarpıtılmaya çalışılıyor. Türkiye, Suriye’deki iç savaşın sorumlusu gibi sunuluyor. Bu planın amacını, meseleye vicdan ve ferasetle bakan herkes görüyor.

        Türkiye, 100 yıllık bir çıkar çarkına çomak soktu. Bunda kısmen başarılı da oldu. Bugün de bunun için cezalandırılmak isteniyor. Türkiye’yi IŞİD gibi radikal örgütlerle aynı kareye sokma çabası buna hizmet ediyor. Ankara’nın demokratik meşruiyetine bu algı operasyonuyla zarar verebileceklerini sanıyorlar. Lakin çabalarının beyhude olduğunu görmeye başladılar.

        Charlie Hebdo baskını sonrası Paris’te düzenlenen yürüyüşün en ön safında Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu da vardı. Vizyon fakiri bürokratik takozlara rağmen IŞİD’e karşı Erbil’e ilk silah gönderen ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Kobani IŞİD’den kurtulduysa bu Türkiye’nin desteklediği peşmerge formülüyle gerçekleşti. Karalama faaliyeti MİT’e operasyon ihanetiyle başlamıştı. Lakin temeli çürüktü. Proje, Kanadalı ajanın deşifre edilmesiyle çökme noktasına geldi.

        Ne kadar gizleseler de Suriye’nin vebalinin kimin üzerinde olduğunu akıl sağlığını yitirmemiş herkes biliyor. Başkan Barack Obama, IŞİD’in ABD’nin Irak’taki hatalarının sonucu ortaya çıktığını geçen hafta söyledi. Sorun, esas olarak her biri birer nefret çocuğundan farksız olan bu radikal örgütlerin ebeveynleri, hatalarıyla yüzleştiklerinde çözülecek.

        Yazımı Kerry’nin “Suriye’de çözüm için Esad’la konuşmalıyız” teklifiyle noktalayayım.

        Şimdi soru şu: “Türkiye bu teklife destek vermeli mi?”

        Önce şunu hatırlatalım; bu fikrin patenti Washington’da değil Ankara’dadır. Ve bu patent 4 yıl önce alınmıştır

        Kerry’nin maksadı gerçekten sorunu çözmek mi? Öyleyse, müzakere masası hemen kurulsun. Lakin sadece Esad değil, konuşmak istiyorsa IŞİD de dahil olmak üzere sahadaki tüm gruplar masaya davet edilsin. Bunun aksini savunan, Suriye sorununu çözmek istediğini söylemesin.

        Diğer Yazılar