Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SOSYAL medyada bir fotoğrafına rastladım. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğu yıllardan kalma bir fotoğraf. Diyarbakır’daki devlet öğrenci yurdunda çekilmiş. Arkadaşlarıyla birlikte ranzaların ortasındaki bir masanın etrafında oturuyor.

        Defterler, kitaplar masaya saçılmış. Belli ki fotoğraf çekimi için sınav hazırlığına ufak bir ara verilmiş. Yüzlerde malum masum öğrenci tebessümü...

        Hukuk mezunu değilim ama iyi bilirim. Kolay değildir hukuk okumak. Sözelin tıbbı sayılır hukuk. Mezun olana dek ders kitaplarındaki tüm sayfaların aralarını tel tel dökülen saçlarla doldurmak, hukuk mezunu olmanın esası sayılır.

        Dert olsa çekersin biter. Lakin hukuk bu, zorluk dediğin mezun olmakla da bitmez. Avukat, hâkim veya savcı... Hangisine kafayı takarsan tak! Her birinin ayrı zorlukları vardır, tek tek aşılmayı bekleyen... Fakülte biter ama öğrencilik hayatı neredeyse bir ömür boyu devam eder.

        Önceki gün İstanbul Adliyesi’nde başına silah dayanarak öldürülen Mehmet Selim Kiraz bu tür zorlukları göze alıp önüne çıkan engelleri alnının akıyla aşabilmiş çalışkan, sebat sahibi savcılarımızdan biriydi.

        O tüm hayat hikâyesiyle bu Cumhuriyet’in çocuğu ve de savcısıydı. Görevi haksızlıkları önlemek, devletinden, toplumundan aldığı güç ve yetkiyle, gözünü bile kırpmadan gerçekleri haykırmak, haydutlukların, haydutların üzerine üzerine yürümekti.

        Gezi olaylarında başına gaz fişeği kapsülü isabet ettiği için hayatını kaybeden 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın dosyasını soruşturma görevi de ona emanetti. Görevini yapıyor, Berkin Elvan’ın ölüme gittiği günü tüm detaylarıyla soruşturuyordu. Berkin’i ölüme gönderenlerin maskelerini düşürme gayretindeydi. Gayesi, suçluların hesap vermesiydi.

        Muhtemelen DHKP-C’li teröristlerin ellerinde silahlarıyla odasına daldıkları sırada, bir yandan masasındaki dosyaları incelerken bir yandan da hepimiz gibi o da elektrik kesintisiyle ilgili haberlere bakıyordu.

        Ve elbette ki birazdan odasını basacak teröristler tarafından rehin alınacağı, az önce okuduğu elektrik haberlerini bile unutturacak acı bir olayın öznesine dönüşeceği aklının ucundan bile geçmiyordu. Aklına gelmeyen başına geldi. Savunmasız, silahsızdı. Önce rehin alındı, sonra da şehit edildi.

        Savcı Kiraz, adalet dağıtmak için bulunduğu o odada şehadet şerbetini içerken arkasında acısını bir ömür boyu yüreğinde taşıyacak yaslı bir aile bıraktı.

        Böylesine acı bir olayın ardından beklenen, benzeri saldırıların ardından her yerde yaşanan şeydi. Dünyanın neresinde olursa olsun bu tür vakalar, bir ülkede yaşayanları birbirine daha çok yaklaştırırdı.

        Bu ortak duygu halini inşa edecek mesajları vermek ise siyasi liderlere ve kanaat önderleri rolünü üstlenenlere düşer. Devletin, milletin birliğine, bağımsızlığına yönelik bu eyleme bir ağızdan cevap verilir.

        Böyle tarihi anlarda akıllara gelen kutuplaştırıcı, yaralayıcı kem sözler varsa bile oracıkta yutulur, “Aman ha şimdi ne yeri ne de zamanı!” denerek unutulur.

        Kelimeler hekim titizliğiyle seçilir. Söz merhem olur, ortak vicdandaki acıyı dindirir. Suçlayıcı bir tavır sergilemek, mesnetsiz iddiaları dillendirmek, sorumluluk üstlenme iddiasındaki siyasetçinin sarf edeceği türden laflar değildir.

        Yazık ki 31 Mart 2015 günü tanık olduğumuz Türkiye, böyle bir Türkiye değildi. Sıcağı sıcağına sarf edilen bazı nahoş yorumları okurken, “Saldırıyı yapanların esas maksadı, bu kutuplaştırıcı yaklaşım olsa gerek” diye düşündüm.

        Diğer Yazılar