Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kaynağı belli olmayan bir kanaat gittikçe güçleniyor. Gidişatın AK Parti-MHP koalisyonuna doğru olduğu söyleniyor.

        Görülen o ki bu şayialar gücünü ne Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan ne de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den alıyor. Zira iki lider, en olmazsa olmaz olarak sunulan koalisyon şartlarından geri adım atmış değiller. Sanırım bu da söylentilerin taktiksel amaçlı çıkarıldığına işaret ediyor. Kuvvetle muhtemel AK Parti içindeki bazı kesimler, tabanlarına MHP ile koalisyon seçeneğinin zorlandığı hissini vermeye ihtiyaç duyuyor. Ya da benzeşmekle birlikte kendisinden misliyle güçsüz olanla yapılacak ittifakın olası bir seçim halinde AK Parti’ye yarayacağı türünden Makyavelist bir hesapla hareket ediliyor. Yani gerçekten de MHP ile koalisyon isteniyor.

        Oysa son dönemde Avrupa’da benzeri taktiklere başvurup aşırı sağcı politikalara meyleden merkez sağ partilerin bu hesapları ters tepti. Merkez partilerin izledikleri aşırı sağcı siyaset, aşırılık yanlısı partilerin yükselmesinden başka işe yaramadı. Merkez sağ çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

        MHP’yle koalisyona çok yaklaşıldığı yönündeki algının bir amacı da CHP’nin pazarlık payını azaltmak olabilir. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun pazarlık çıtasını çok yükseğe çıkarmasının AK Parti’yi bu taktiklere zorlamış olması gayet anlaşılır. Temsilde adaletin söz konusu olmadığı bir büyük koalisyonun uzun süreli olamayacağını CHP’nin de anlaması gerekiyor.

        Keşke taktikleri ve pazarlığı bir kenara bırakıp büyük resme bakmayı deneseler. O zaman belki engeller de daha kolay aşılabilir. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu yeniden inşa süreci. Bu gerçeği AK Parti de CHP de biliyor. AK Parti son 5 yılda devrimci bir ruhla eski rejimi yerle bir etti. Devlet, tüm temel atma girişimlerinin toplumsal kutuplaşma nedeniyle tutmadığı bir sürecin içinde patinaj yapmaktan kurtulamıyor.

        7 Haziran’da sandıktan çıkan irade, tüm aktörlere bu açıdan gayet anlamlı bir mesaj veriyor. Siyaset, seçmen tarafından kaybedilen makuliyete davet ediliyor. Seçmen, rejimin hiçbir unsurunun hak gaspına maruz kalmadığı, maksimum uzlaşıya dayalı bir yeniden inşa sürecine karar vermiş bulunuyor. Bu kararın gereğinin hiç gecikmeden yapılması arzulanıyor.

        Siyaseten temsil ettikleri toplumsal kesitlere bakınca, en makul uzlaşı ve restorasyon formülünün de AK Parti ile CHP arasında olacağı görülüyor. Koalisyon dışına çıkan partiler dahi en makul çıkış yolunun bu koalisyon formülünde kesiştiğini söylüyor. Hatta HDP, MHP’den daha ileri gidip büyük koalisyonu dışarıdan destekleme sözü de veriyor.

        Geriye bir tek AK Parti ile CHP’nin koltuk paylaşımı ve ilkeler üzerinde uzlaşması kalıyor. Esasında birine yüzde 40.9, diğerine ise yüzde 25’lik kredi biçen seçmen bu paylaşımın formülünü de sunuyor. Sorun şu ki; iki parti ısrarla bu formülü kabullenmek istemiyor. Memur konumundaki siyaset, mutlak amir seçmenin emrine itaatsizlik gibi sonucu vahim de olabilecek bir tavır içinde görünüyor.

        Bazı AK Partililer “büyük koalisyon” fikrine, bunu “sermaye ve küresel güçler” arzuladığı gerekçesiyle karşı çıkıyor. Doğrusu, tespitlerinde haksız sayılmazlar. Lakin neden bunu tehlike olarak görmektense Türkiye için fırsat olarak görmeyi denemediklerini anlamış değilim.

        Yanlış anlaşılmasın, ahkâm kesecek değilim, elbette ki yanılıyor da olabilirim... Ama yine de şu soruyu sormadan edemiyorum: Seçmenin yüzde 54’ü (CHP+MHP+HDP)+sermaye+- küresel güçlerin sıcak baktığı, yani çıkarlar bakımından kesiştiği, dümenin ise büyük ölçüde AK Parti’de olduğu bir koalisyon formülü; AK Parti’nin tek başına tüm bu kesitlerle savaşa girdiği bir senaryodan daha iyi değil mi? Bu savaş kazanılsa bile bu şekilde kazanılmış bir zaferden normalleşmiş, güçlü bir Türkiye çıkabilir mi?

        Diğer Yazılar