Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çatışma süreçlerini sona erdirmede en büyük zorluk yeniden eski kanlı günlere dönülmesini engellemektir. Zira eller bir kez tetiğe gitti mi ve ilk kan damlası toprağa düştü mü bir kısırdöngü başlar. Çatışma ortamı kendi kendisini besler. Kısırdöngü zamanla tüm aktörleri esir alır. İpler yavaş yavaş barışçıl çözümü savunanların elinden tümüyle kaçar. Çünkü silahların konuştuğu ortamda değer kazanan tek şey silahtır.

        PKK’nın dört ay önce iki polisi katlettiği günden beri bu kısırdöngünün içindeyiz. Dile kolay, her bir insan ayrı bir dünya. O günden beri ölenlerin sayıları artık binlerle ifade ediliyor. Başka nedenleri olsa bile, bu insanlar her şeyden önce siyaset rolünü iyi oyna(ya) madığı için öldüler.

        Manzara, Türkiye’nin eski kirli aktörlerinin de eski kirli sularına kavuşma sevincine kapıldıklarına işaret ediyor. Cizre’de 1993- 1995 yılları arasında gözaltına alınan 21 kişinin ölümünden sorumlu tutulan eski eli silahlılar, geçtiğimiz hafta serbest kaldılar.

        Aynı davadaki sanıklardan biri de mahkemede mide bulandırıcı bir tavırla “Ben JİTEM’i değil, JÖTEM’i bilirim, o da Fransızca’da seni seviyorum anlamına geliyor” diyebildi. Bunu söyleyen zat hepimizin adına suç işleyenden hesap sormakla yükümlü hukuk devletiyle açıkça dalga geçti. Maalesef bu tavrın karşılığı da alınan kararla adeta alkışlanması oldu.

        Vaziyet bir bütün olarak ele alındığında gayet net bir gerçeği gözler önüne seriyor. Herkesin daha fazla gecikmeden bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor. Kürtlerin gerçeklerinden uzaklaşarak marjinalleşmeye yelken açmış bir örgütle karşı karşıyayız. Bu örgüt bir şekilde frenlenmeli. Yoksa binlerce canımızı daha ölüme götürecek.

        İşin daha kötü tarafı bu örgütün karşısında da eski kanlı günlerine özendiğine dair ciddi emareler veren eski bir kirli devlet mekanizması duruyor. Bu kirli mekanizma PKK’yla mücadeleyi eski “şanlı günlerine” dönüşün bir vasıtası olarak görüyor. Kötü gidişatı belgeleyen örnekler günden güne artıyor.

        Demokratik bir Türkiye hayali olan hiç kimse bu iki kirli aktörün saçmalıklarını izlemek zorunda değil. Bizi bu iki eli kanlı aktörün başrolleri paylaştıkları bir filmin kurbanlık figüranları olmaktan kurtaracak tek şey, dün olduğu gibi bugün de siyasettir. 1 Kasım’dan güçlenerek çıkan siyasetin artık bu gidişe bir dur demesi gerekiyor. Sırf kendi akıbeti için bile olsa, siyasetin bunu yapmaktan başka çaresi de bulunmuyor. Çünkü ipler tümüyle elden kaçarsa siyasete de pespaye bir yancılıktan başka bir rol kalmayacak gibi görünüyor.

        1 KASIM’IN DIŞ YANSIMALARI

        1 Kasım’dan güçlü bir AK Parti iktidarıyla çıkılması bölgedeki denklemi Türkiye lehine değiştirdi. Gelin nelerin yaşandığına kısaca bir göz atalım.

        Rusya düne kadar sınırımızda tacizci rolü oynayıp Türkiye’ye “Ortadoğu’dan çekil” mesajını veriyordu. Mevcut dış politikanın kalıcı olduğu görülünce Moskova nedamet getirmeye başladı. Önce net bir tonda Esad’da ısrarcı olunmadığı mesajı verildi. Rusya, son olarak da sınırımızdaki tacizler için “Taciz değildi, uçaklarımız füzelerden kaçıyordu, mecbur kaldık” mealinde bir açıklamada bulundu.

        ABD, Ankara’nın tüm uyarılarına rağmen PKK’nın Suriye kolu YPG’yi desteklemekten vazgeçmiyordu. Seçimden sonra bu tavır değişmeye başladı. Washington 1 Kasım’dan iki gün sonra “Artık YPG’ye silah yok” dedi. Türkiye’nin Suriye’deki şartlarına yeşil ışık yakıldı. Sonuçları yakında göreceğiz.

        Türkiye’nin bölgede stratejik önem biçtiği Irak Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, seçimden önce İran destekli bir darbe süreciyle karşı karşıya kaldı. Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu seçimden 2 gün sonra soluğu Erbil’de aldı. Erbil’den “Sorunların çözümü için Barzani’ye her türlü desteğe hazırız” mesajı verilince işin rengi değişti. İran ve PKK destekli Kürt muhalefeti Goran daha uzlaşmacı bir rol oynamaya başladı.

        Diğer Yazılar