Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın İstanbul ziyaretinde PKK/PYD bağlamında verdiği mesajlar tartışılmaya değer.

        Biden’ın, Türkiye’nin PKK ile ilgili kaygılarını, stratejik ortaklığa vurgu yapan ifadelerle paylaşması önemliydi. Buna karşılık Türkiye’nin PKK ve PYD’yi özdeşleştiren yaklaşımı, Biden’dan karşılık bulmadı.

        Başkan Yardımcısı’nın bu tutumu da “ABD Suriye’deki PKK’ya Türkiye’dekinden farklı bakıyor” türünden sözlerle yorumlandı. Oysa ABD’nin meseleye yaklaşımı neredeyse 40 yıldır aynı.

        Körfez Savaşı sonrasını hatırlayın. Ankara-Washington hattı yine bugünkü gibi bir gerilim testinden geçiyordu. Türkiye’nin sınırları içinde PKK’ya karşı yürüttüğü mücadeleye destek veren ABD, mesele Irak’ın Kuzey’i olunca yine bugünkü gibi yan çiziyordu. Ankara’nın Irak’ı PKK ile problemin uzantısı olarak gören kaygısı, karşılıksız kalıyordu. 90’lı yılların sonlarında bu pozisyon farklılığı nedeniyle Türkiye, ABD’nin bölgedeki niyetlerini bugünküne benzer şekilde çok yüksek dozda sorgulamaya başladı.

        Neyse ki o günkü Amerikan yönetimi, bugün Suriye’nin kuzeyi bahsinde Türkiye’ye karşı sergilediği kadar da umarsız bir tavır içine girmedi. Washington, Ankara’nın Kuzey Irak’a yönelik kuşkularını gidermeye yönelik bir arayışa girdi. Bu arayışın sonucu olarak da PKK Lideri Abdullah Öcalan 1999’da Türkiye’ye teslim edildi.

        Başbakan Ahmet Davutoğlu o günlerde Yeni Şafak Gazetesi’nde yazıları yayımlanan bir akademisyendi. Davutoğlu, gazetedeki makalesinde ABD’nin Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etme maksadını şu ifadelerle analiz ediyordu: “ABD bu yolla Türkiye’ye şu mesajı vermektedir: Türkiye içindeki Kürt meselesi kendi iç alanına ve Türkiye’nin tam denetimine çekilmiş bulunmaktadır; dolayısıyla da Kuzey Irak’taki gelişmelerin Türkiye’yi tedirgin eden yönleri asgariye inmiştir. ABD, böylece Kuzey Irak’taki gelişmeleri kendi iç bütünlüğünün bir parçası olarak gören Türkiye’nin kaygılarının bittiğini düşünmekte; dolayısıyla da Türkiye’yi Irak (Saddam yönetimi) ile işbirliğine sevk etmesi muhtemel saiklerin etkisini kaybedeceğini öngörmektedir. ABD, Irak’la ilgili bundan sonraki hamlelerde Türkiye’nin daha esnek bir tavra yöneleceği kanaatini beslemektedir...

        Nitekim sonuç da büyük ölçüde Davutoğlu’nun analizi ekseninde şekillendi. Ankara, Öcalan’ı teslim alarak elde ettiği avantajla Irak’ın kuzeyine yönelik tehdit algısından büyük ölçüde sıyrıldı. Irak’taki Kürt yönetimiyle “stratejik ortaklık”tan söz edilebilecek bir noktaya gelindi. Erbil-Ankara hattında inşa edilen karşılıklı güven duygusunun verdiği özgüvenle Kürt meselesini çözmeye yönelik son derece cesur adımlar atıldı.

        Neylersin ki ABD’nin 1999’da Türkiye’ye jestiyle inşa edilmeye başlanan çözüm süreci de PKK’nın Suriye sahasında elde ettiği empatiyi ve meşruiyeti art niyetle kullanması yüzünden çöktü. Neticede öyle bir noktaya gelindi ki Türkiye’nin Kürt sorunu ve PKK’yla mücadelesi Suriye’de ABD başta olmak üzere Esad karşıtı cepheyi tümüyle bir çıkmaza soktu. Zira Ankara şimdi, Türkiye’deki “çözüm masası”nı deviren PKK’dan aldığı destek ve direktifle hareket eden PYD’nin Cenevre’de kurulacak “çözüm masası”na oturmasına “gerekirse boykot da etme” pahasına karşı çıkıyor. Türkiye’nin boykot ettiği bir masadan barış kararının çıkamayacağını da cümle âlem biliyor ve görüyor.

        Gelinen noktada ise ABD’nin 1999’da Türkiye’ye yaptığı jestin bir benzerini sergileyerek yani tehdit algısını minimize edecek bir adım atmaktan başka bir çıkış yolu bulunmuyor. Amerikan yönetiminin, Rojava’da meşruiyet biçtiği PKK’ya, Suriye’de barışın paydaşı olmak istiyorsa Türkiye’de silah bırakmak ve hendek siyasetinden vazgeçmek zorunda olduğunu artık açıkça anlatması gerekiyor.

        Diğer Yazılar