Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Binali Yıldırım’ın görevi devralmasıyla birlikte bu değişimin dış politikaya nasıl yansıyacağı da haliyle merak edilir oldu. Yıldırım’ın yeni dönemden bahsederken “Dostların sayısını artırıp düşman sayısını azaltacağız” demesi de bu anlamda önemli bir işaret olarak algılandı.

        Maksat dışarıdaki dostları artırıp Ortadoğu’da has dostluklar inşa etmekse, bunun yolu her şeyden evvel Türkiye’nin içinden geçiyor.

        Bugün İran’dan Suriye’ye kadar uzanan hatta Türkiye’nin komşu coğrafyası neredeyse topyekûn bir halde Kürtlerden oluşuyor. Üstelik İran, Suriye ve Irak’taki Kürtlerin ekseriyeti de Ankara’ya; Şam’a, Tahran’a ve Bağdat’a baktıklarından çok daha dostça bir gözle bakıyor.

        Bugün TRT Kurdi’nin yayınları en az Türkiye’deki Kürtler kadar komşu coğrafyalardaki Kürtler tarafından da ilgiyle izleniyor. Öyleyse bunun nedenleri üzerinde biraz durup düşünmek gerekiyor.

        “Neden?” sorusunun cevabı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin son 10 yılda kat ettiği demokratik mesafeden geçiyor. Atılan olumlu adımlar, komşu Kürtlerin ilk kez bölgedeki bir ülkeyi, yani Türkiye’yi “dost” olarak görmeye başlamasına imkân tanıdı. İlk kez bölgedeki bir devlet, 100 yıldan fazladır bölgeyi inleten bu yarayı samimiyetle tedavi etmeye çalıştı.

        Sadece Türkiye Kürtleri değil, İran, Suriye ve Irak Kürtleri de Sykes-Picot’dan beri saplanıp kaldıkları yetimlik, sahipsizlik halinin Türkiye’nin kendi içinde atacağı adımlarla çevresine önderlik etmesiyle aşılabileceğini görmeye ve idrak etmeye başladı.

        Türkiye’nin Kürt meselesini çözmek için başlattığı tüm süreçlere en fazla karşı çıkanlar da İran ve Suriye’deki Esad rejimi oldu. Bunlar elbette ki yok yere dile getirilen itirazlar değildi.

        Esad, 2009 yılından başlayarak Türkiye’nin demokratikleşme yönünde attığı tüm adımları, o günlerde Şam- Ankara hattında son derece dostça bir ilişki olmasına rağmen eleştirdi.

        2014’te TESEV tarafından yapılan bir araştırmada da tüm Ortadoğu’da çözüm sürecine en fazla karşı çıkan ülkenin İran olduğu ortaya çıktı.

        Şimdilerde herkes, “PKK neden Türkiye’yle girdiği gül gibi çözüm sürecini bırakıp İran ve Esad’la işbirliği yapma yoluna girdi?” sorusunun cevabını bulmaya çalışıyor. O cevap da işte tam burada yatıyor: Her üç aktör de Türkiye’nin Kürtlerin bölgedeki “hamisi” olması ihtimalini, ortak çıkarlarına yönelik devasa bir tehdit olarak görüyor. Zira Kürtlerin Türkiye’yi gerçek dost olarak kabullendikleri bu senaryo, bu üç aktörün de Ortadoğu denkleminde Ankara karşısında “hükmü kalmamış enstrüman” pozisyonuna düşmeleri anlamına geliyor.

        Şimdilik bu üç aktör, Türkiye karşısında biraz daha avantajlı görünüyor olabilir. Fakat bu denklemin değişmesi de Türkiye’nin yapacağı hamlelere bağlı. Maksat Ortadoğu’da güçlü dostluklar, denklemler inşa etmekse önce etraftaki Kürtlere bakmak en makul yol olarak önümüzde durmaya devam ediyor. İşin aslı, Türkiye’nin gerçekleri yani milli çıkarları da bu yolu adeta zorunlu kılıyor. Etraftaki 40 milyon Kürt, Türkiye’nin uzatacağı o dostluk elini tutmak için bekliyor.

        PKK’nın terör eylemlerini artırdığı bir ortamda Kürtlere yönelik yeni adımlardan söz etmek elbette ki kolay değil. Ama işte, siyaseten kolay olanın da ülkeye bir hayrı olacak gibi görünmüyor. Gün, PKK’nın Suriye ve Türkiye’de yaptıklarının etkisiyle karamsarlığa kapılmamızın, kozamıza çekilmenin günü değil. Böyle bir lüksümüz de yok zaten. Gün, cesur hamlelerle, bölgedeki tüm Kürtleri kapsayacak bir perspektifle, Ortadoğu’daki Kürt kartını elde etme günüdür. Bölgedeki Türkiye karşıtı planları tersine çevirmenin ve ülkeyi sarsan terörü bitirmenin yolu da bu geniş vizyonu ilan edebilmekten geçiyor.

        Diğer Yazılar