Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dış politikada atılan adımların çok şaşırtıcı olduğunu söyleyemem. Fakat atılan adımların hızının baş döndürücü olduğu ortada. Bana kalırsa bu hızı açıklayacak bir kelime varsa o da: “Aciliyet.”

        İsrail’le mutabakatı bile daha tabanına açıklayamamışken, tutup bir de Rusya’ya “taziye” mektubu göndermeyi açıklayacak başka bir kelime var mı?

        Mesele sadece İsrail ve Rusya değil ki!.. Yıllardır sert sözlerimizle dövdüğümüz Mısır’daki Sisi iktidarına da el altından zeytin dalı uzatıyoruz. Kahire yolundaki hendekleri Körfez’deki dostların yardımıyla aşmaya çalışıyoruz.

        Ha bir de henüz yalanlanmamış “Esad açılımımız” var tabii. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Esad’la Şam’da görüşmeler yaptıklarını, bu seferlerin akabinde de Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’nda toplantılar hakkında bilgi verdiklerini söyledi. Yalanlamanın gelmemiş olmasını, iddianın doğruluğu şeklinde okuyabilir miyiz? Öyleyse, Esad’la diyaloğun kurulduğunun duyurulması da an meselesidir diyebiliriz.

        Tabii bunları atılan adımları eleştirmek için söylediğim sanılmasın. Sadece önümüzde duran tabloyu bütünüyle görmeye, anlamlandırmaya çalışıyorum. İki gündür zihnimin bir kenarı da aciliyet hissiyatıyla atıldığı aşikâr bu dış politika adımlarının altında yatan sırrı anlamaya çalışmakla meşgul.

        Düşündükçe bulduğum tek anlamlı açıklama, Türkiye gemisinin son derece zorlu bir fırtınaya yakalanmak üzere olduğu. Muhtemelen geminin kaptanı da yaklaşan fırtınayı gayet net şekilde görebildiği için acil manevralarla zayiatı asgariye indirmeye çalışıyor diye düşünüyorum. Korkarım ki önceki akşam İstanbul Atatürk Havalimanı’na yapılan vahşi saldırı da hazırlanmaya çalıştığımız bu fırtınanın işaretlerinden biriydi.

        Umarım yanılıyorumdur, ama ne yazık ki beni bu fırtına metaforunu düşünmeye iten başka emareler de söz konusu. Mesela, PKK ile aynı havuzdan beslenmekle birlikte emir-komuta zinciri bakımından bağımsız olduğu söylenen TAK terör örgütü de epeydir Türkiye’ye ekonomik boyutu olan tehditler savuruyor. TAK, PKK’dan taktiksel anlamda ayrılıyor. Eylemlerinin hedefine doğrudan Türk-Kürt barışını kondurmuş, yani iki halkın birlikte yaşamını imkânsızlaştırmaya odaklanmış bir taktikten söz ediyorum. Nitekim TAK’ın bu taktiksel farkı HDP’yi de endişeye sevk etmiş olmalı ki geçen hafta Selahattin Demirtaş gayet sert bir açıklamayla bu örgütün derhal lağvedilmesi için bir çağrıda bulundu.

        En az TAK kadar kaygı verici işaretler veren diğer bir örgüt de DAEŞ... Irak’ta ve Suriye’de iyice sıkışan örgütün sızdığı metropollerde “görkemli” saldırıların hazırlığı içinde olduğu epeydir biliniyordu. Türkiye’deki yabancı temsilciliklerin vatandaşlarını uyarmaları, herkesin farkında olduğu bu riskten kaynaklanıyordu. Uluslararası güvenlik şirketleri de birkaç aydır Türkiye’ye gidecek “müşterilerini” çok dikkatli olmaları yönünde uyarıyorlar.

        Meselenin belki de en can alıcı noktası, DAEŞ, TAK gibi Türkiye içine sızma şansları yüksek örgütlerin diğer devletler tarafından kullanılmaya elverişli yapılar olmaları. Esad’ın Türkiye’yi bu örgütler üzerinden tehdit ettiği herkesin bildiği bir hakikat artık. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Rus jeti düştükten bir gün sonra, “Rus turistler Türkiye’ye gitmesin, çünkü Türkiye Mısır’dan tehlikeli” şeklindeki açıklamasını nereye koymamız gerektiğinden de emin değilim. Malumunuz o sıralar İstanbul sadece Ortadoğu’nun değil Avrupa’nın bile tekin şehirlerinden biriydi.

        Yazımızı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 10 gün önceki konuşmasından kilit bir cümleyle bitirelim. Erdoğan, “Çevremizde sırtlanlar, üzerimizde akbabalar dolaşırken biz kendi aramızda kavgaya tutuşamayız’’ mesajıyla Türkiye gemisindeki herkesi yaklaşan fırtına öncesinde uyarmış, kenetlenmeye davet etmişti. Şimdilik başka söze gerek yok sanırım.

        Diğer Yazılar