Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin son 1.5 ayda karşılaştığı saldırıların çetelesini tutmak bile artık zorlaşıyor. Kanlı darbe girişimiyle birlikte Cumhurbaşkanı’na suikast girişimi, IŞİDPKK’nın senkronize hal alan eylemleri ve anamuhalefet liderine yönelik suikast girişimi Türkiye’nin ısrarla kaosa sürüklenmek istendiğine işaret ediyor.

        TSK’nın Cerablus müdahalesinin ise bu saldırılara cevaben kararlaştırıldığı anlaşılıyor.

        Son gelişmeler TSK’nın müdahalesinin Cerablus’la sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Umarım yanılıyorumdur ama bu çarkına çomak sokulanların Türkiye’yi terör marifetiyle kaos hizasına getirmeye yönelik eylemlerinin de artacağı anlamına geliyor.

        Uluslararası güçlerin Türkiye’nin Cerablus müdahalesini onaylar bir tutumla izlemelerine temkinli yaklaşmak gerekiyor. Ankara’ya karşı sergilenen bu iyimserliğin hikmetini sorgulamak hayati bir önem taşıyor. 15 Temmuz’daki darbe girişimi karşısında sessiz kalanların, PKK’ya aşıladıkları aşırı özgüvenle ve icat ettikleri IŞİD felaketiyle Çözüm Süreci’ni havaya uçuranların şimdi Türkiye’nin hayrını düşünüyor olabilecekleri ihtimali bana hiç inandırıcı gelmiyor.

        Sergiledikleri bu iyimserlik çok büyük bir olasılıkla, Türkiye’nin, Suriye krizinin başından beri sokmak istedikleri kıvama yaklaşmış olmasından kaynaklanıyor.

        İki yıl önceki Türkiye’yi bugünkü Türkiye’yle kıyaslayın. O gün için varmaya çalıştığımız hedef, bugün gözümüzün önünde duran Türkiye’ye hiç benzemiyor.

        Kendi açımdan tarif etmem gerekirse Çözüm Süreci devam ederken benim hayal ettiğim Türkiye, PKK engelini aşarak Kürt meselesini geride bırakmış, sarsılmaz birlik ruhuyla korkularından arınmış, 100 yıllık depresyon halinden sıyrılıp 1000 yıllık medeniyet iddiasını yeniden sahiplenmiş, demokrat-eşitlikçi bir cumhuriyetti. Böyle bir Türkiye’nin günün sonunda en esaslı derdine derman sunarak güç katacağı Ortadoğu’daki dönüşümlerin rol modeli olması da zaten kaçınılmazdı.

        Gelin şimdi bir de bugün geldiğimiz noktaya bakalım. Hiç şüphesiz ki bugün dün olduğumuzdan güçlüyüz. Tüm saldırılara karşı her açıdan dimdik ayaktayız ve de meydan okumaya devam edebilecek güçteyiz.

        Lakin olmak istediğimiz yerde olmadığımızdan da eminiz. Kürt meselesini şiddet boyutuyla tekeline almış PKK terörüne ve emperyalist Müslüman düşmanlığıyla mücadele ettiğini öne sürerken emperyalistlerin ingilizanahtarına dönüşmüş IŞİD gibi örgütlere fazlasıyla dolanmış vaziyetteyiz.

        Bu aşamaya gelinmesini frenleyecek feraset ve cesareti sergileyememiş olmakla birlikte bu vaziyetin baş sorumlusu elbette ki Türkiye değil. İçine çekildiğimiz girdabın faillerinin bugün Cerablus’a yönelik müdahaleden memnunmuş gibi davrananlar olduğunu gayet iyi biliyoruz.

        Her şey olanca çıplaklığıyla hepimizin gözleri önünde cereyan etti. İki yıl boyunca yaşadığımız huzur iklimini Suriye’de biçtikleri meşruiyet zırhı ve aşıladıkları aşırı özgüvenle PKK’ya bozduranları şimdi cici çocukları oynamaya başladılar diye unutacak değiliz.

        Yıllarca Türkiye’yi IŞİD’e destek vermekle suçlayanların bugün takındıkları ikiyüzlü tavrı sorgulamaktan vazgeçersek kendimizi derin ve kirli bir çukurun dibinde buluruz. Bu realiteden hareketle, TSK’nın Suriye’de atacağı her adımı çevremizdeki, içimizdeki tüm yansımalarını da düşünerek hareket etmek zorundayız.

        Türkiye’yi Musul’dan vazgeçmek zorunda bıraktıkları iklimi Türk’üyle, Kürt’üyle yeniden hatırlamak, hafıza tazelemek ders çıkarmak durumundayız. Oyun da oyuncular da büyük ölçüde aynı çünkü. Musul’dan ders çıkarıp asırlık denklemi bozacak hamleler geliştiremezsek uzun bir süre daha tüm enerjimizi bizim için icat ettikleri korkulara kurban ederiz. Korkum o ki şu gökkube altındaki en büyük iddiamızı, yani medeniyetimizi, yani bizi biz yapan yegâne şeyi tümüyle yok etmelerine de böylece göz yummuş oluruz.

        Diğer Yazılar