Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2 Yıl önce IŞİD, Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi’ne (IKBY) saldırdığında adeta yedi düvel iki gün içinde seferber oluvermişti. Çok değil, daha 7-8 yıl öncesine kadar Erbil’i ulusal tehdit olarak gören Türkiye ve İran da IŞİD’in Iraklı Kürtlere yönelik saldırısından en fazla rahatsız olan ülkelerin başında gelmişlerdi. Hatta bu durum tatlı bir rekabet haline de yol açmış, Türkiye ve İran “Hangimiz daha önce Kürtlere silah yetiştireceğiz?” dercesine aralarında yarışa girmişlerdi. Ve ne yazık ki, artık FETÖ’den mi yoksa bürokratik takozisasyon sorunumuzdan mı kaynaklandığı meçhul bir rötar nedeniyle İran bu yarışta, Türkiye’ye 1 hafta fark atmıştı.

        Peki IKBY’ye yönelik tehdide karşı Tahran ve Ankara’yı hızla aynı anda ve noktada buluşturan şey neydi dersiniz? Ben fikrimi söyleyeyim; pek çok değişkeni olan bu denklemi esas mümkün kılan husus, Erbil’in bölgenin iki büyük ülkesinin kadim çıkarlarını kendi istikrarında buluşturabilmiş olmasıydı bence.

        Erbil yönetimi, yıllar içinde etrafındaki her iki devlete de kendisini “ortak bir güvenlik ve çıkar sahası” olarak kabul ettirmeyi başarmıştı. Bu başarının temelinde de Erbil’in iki ülkenin istikrarına zarar verecek adımlardan uzak durmuş olması yatıyordu.

        Barzani yönetimi, hem Türkiye’ye hem de İran’a ulusal güvenliklerine zarar verecek hamlelerde bulunmayacağına ve kendi sınırları içinde kalan Kürt meselelerini çözmek isterlerse de yapıcı bir rol oynayacağı konusunda “olmazsa olmaz” garantiler vermişti. Dostane ilişkiler biraz da bu garanti üzerine kurulmuştu. Nitekim bu ilişki, Barzani’nin çözüm sürecinde arabulucu olması gibi bir sonuç da doğurmuştu.

        Bugün geldiğimiz noktadaysa, yıllarca Irak geneline hâkim olan atmosferin artık Suriye’yi de etkisi altına aldığını görüyoruz. Suriye Baas’ı Esad’ın, 2011’deki isyandan önceki 10 yıl boyunca ekonomik, siyasal ve sosyal yönleriyle sömürdüğü, geri bıraktığı bölgeler artık dikiş tutmuyor. Bu bölgelerin çoğu geçmişteki hataların bir ürünü olarak bugün artık eskisi gibi tümüyle Şam’a bağlı halde yaşayamayacak bir noktaya gelmiş bulunuyor. İç, dış sayısız boyutu bulunan Suriye’deki kaosun daha ne kadar devam edeceğini ise kimse bilmiyor.

        Lakin gerçekçi bir gözle bakan herkes de manzarayı görüyor. Irak gibi Suriye de artık desantralizasyon sürecine girmiş bulunuyor. Halihazırda bu desantralizasyon sürecini 4 aktör; yani Esad, PYD/PKK/, IŞİDEl Nusra ve ÖSO merkezleri temsil ediyor.

        Bu aktörlerden Türkiye’yi en çok ilgilendirenin PKK/PYD olduğuna şüphe yok. Zira PKK/PYD cephesi, güney sınır hattımızın önemli bir bölümünü elinde tutuyor. Meselenin esas vahim tarafı, PKK’nın Türkiye içindeki terör eylemleri de devam ediyor. Neyse ki yalnız da değiliz. PKK dolayısıyla Suriye’nin kuzeyi İran için de bir güvenlik riski. Halihazırda aralarında de-faco bir ateşkes süreci olsa da PKK’nın PJAK koluyla İran’ı tehdit edebilme potansiyelini muhafaza etmeyi sürdürüyor. PKK/PYD, Türkiye ve İran’ın yanı sıra Erbil’in gözünde de bir tehdit unsuru. Barzani geçmişteki sinsi hamleleri, tek tipçi ve Pankürdist yaklaşımları nedeniyle PKK’yı güvenilmez bir aktör olarak görüyor.

        Tüm bunlar, Suriye ağır çekimle Şam merkezli bir gevşek federasyon sistemine evrilse bile, PKK/PYD’nin bulunduğu bölgedeki geleceğinin hiç de parlak olamayacağı anlamına geliyor. Etrafındaki en önemli 3 aktöre; Ankara, Erbil ve Tahran’a karşı tehditkâr pozisyonunu devam ettirdiği müddetçe meşru olarak tanınması gibi bir ihtimal bulunmuyor. PYD Suriye’nin kuzeyinde yaşamak istiyorsa, PKK’nın Türkiye’deki tüm terör faaliyetlerine son vermesi, Tahran ve Erbil’e de artık tehdit unsuru olmayacağına dair net garantiler sunması gerekiyor.

        Netice-i kelam; Erbil’in yıllar içinde bir tehdit odağı olmaktan çıkıp “bölge devletlerinin ortak çıkar ve güvenlik sahasına” dönüşme serüveni PYD için tek çıkış yolu gibi görünüyor. Hâlâ görebiliyorsa tabii...

        Diğer Yazılar